youtube den para kazanmak


 

Facebook yorumlar kutusu sitenize uygulama

 

Öğretmenler Günü 24 Kasım



ANA GİBİ, BABA GİBİ
Öğretmenim bilir misin
Seni nasıl sevdiğimi?
Sorsan bana nerde yerin
Gösteririm ben kalbimi
Ana değil, ana gibi;
Baba değil, baba gibi
Öğretmenim ben de sevgin
Can içinde bir can gibi…
Hüseyin DÜZBASAN
ATATÜRK VE ÖĞRETMENİM
Sevgili öğretmenim
Heyecanla beklerdik seni her sabah
“GÜNAYDIN” derdin, seslerin en güzeliyle,
“BUGÜNKÜ KONUMUZ” diye, başlardın söze
Kara tahta Önünde akbilgilerle
Çırpınırdın, birşeyler öğretmek için bize.
“BAYRAK” derdin öğretmenim
Heyecandan dalgalanırdı sesin BAYRAK gibi
“ATATÜRK” deyince coşardın sen
Yatağına sığmayan IRMAK gibi.
“ATATÜRK” deyince öğretmenim
Nefes almaz seni dinlerdik
Anlatırdın hayatını devrimlerini
Cepheden-cepheye koşardın sen
Daha bir büyürdün gözümüzde
Sanki ATATÜRK’Ü yaşardın sen.
Ellerinden öperim öğretmenim.
En güzel duygularla en güzel bilgilerle
Yetiştirdin bizi
Şimdi içimizde inanç başımızda BAYRAK
Bu Yurt sevincimiz tasamız bizim
ATATÜRK ilkeleri en büyük yasamız bizim
ATATÜRK yolundan dönmeyiz biz
MEŞ’ALEMİZ ATATÜRK sönmeyiz biz…
Özkan GÖNLÜM
ELLERİNDE ÖPERİM ÖĞRETMENİM
-I-
Ellerinden öperim öğretmenim
Binlerce öğrencinden biriyim ben
Anne oldun baba oldun bana
Okudum yazdım çok şey öğrendim
Borcumu ödeyemem sana.
Ellerinden öperim öğretmenim
Tebeşir tutan, kalem tutan ellerinden
Ellerin öyle güzel ellerin, öyle sıcak
Ya gözlerin öğretmenim ışıl-ışıl
Sevgi dağıtırdın kucak-kucak.
Ellerinden öperim öğretmenim
Benim için en büyük gurursun sen
Bir söz duysam iyiye güzele dair
Kalbimde vurursun sen.
-II-
Ellerinden öperim öğretmenim
“Daha dün annemizin kollarında yaşarken
Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken…”
Sen BAYRAK önünde topladın dizi-dizi
ATATÜRK yolunda yetiştirdin bizi.
Ellerinden öperim öğretmenim
Boşa gitmedi emeğin
Kimimiz doktor olduk savaştık hastalıkla
Asker oldu kimimiz canı Vatana feda
Kimimiz mühendis oldu yol yaptı baraj yaptı
İşçi olduk memur olduk emek verdik topluma
Öğretmen oldu kimimiz karanlığı aydınlattı.
Ellerinden Öperim Öğretmenim
Huzurlu ol düşünme bizi
ATATÜRK yolunda dimdik ayaktayız
Sesimiz daha gür yolumuz daha aydınlık
Özgür esen rüzgarda dalgalanan al Bayraktayız.
Sevgili öğretmenim
Senin için yazdım bu şiiri
Binlerce öğrencinden biri benim
Mübarek ellerinden öperim.
Özkan GÖNLÜM
ZİLLER ÇALACAK
Zil çalacak… Sizler derslere gireceksiniz bir bir
Zil çalacak, ziller çalacak benim için,
Duyacağım evlerden, kırlardan, denizlerden;
Ta içimden birisi gidecek uça ese…
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.
Zil çalacak… Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir
Zil çalacak, ziller çalacak benim için,
Duyacağım iskelelerden, istasyonlardan bütün;
Ta içimden birisi koşacak ardınızdan….
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.
Sonra bir gün bir zil çalacak yine
Hiç kimseler kimsecikler duymayacak,
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz…
Ta içimden birisi kalacak oralarda
Ben gideceğim.
Zeki Ömer DEFNE
ZİLLER ÇALACAK
Zil çalacak… Sizler derslere gireceksiniz bir bir
Zil çalacak, ziller çalacak benim için,
Duyacağım evlerden, kırlardan, denizlerden;
Ta içimden birisi gidecek uça ese…
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.
Zil çalacak… Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir
Zil çalacak, ziller çalacak benim için,
Duyacağım iskelelerden, istasyonlardan bütün;
Ta içimden birisi koşacak ardınızdan….
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.
Sonra bir gün bir zil çalacak yine
Hiç kimseler kimsecikler duymayacak,
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz…
Ta içimden birisi kalacak oralarda
Ben gideceğim.
Zeki Ömer DEFNE
 

Ağız ve Diş Sağlığı Haftası 22 – 27 Kasım


19 uncu yy.’a kadar berberler, nalbantlar, kırık-çıkıçılar gibi ehil olmayan kişiler tarafından bilimsel olmayan ve çok tehlikeli şekilde icra edilmeye çalışılan dişhekimliği mesleğinde 1908 yılında İstanbul’da açılan ilk Dişçilik Yüksek Okulu olan“ Dişçi Mekteb-i Aliyesi” ile yeni bir dönem başlamış, 1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet Ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun ile de dişhekimliği mesleği tanımlanmıştır. Açılan ilk dişçilik yüksek okulu 1964 yılında tıp fakültesinden ayrılarak İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi kurulmuştur. Günümüz Cumhuriyet Türkiyesi’nde ise 18 dişhekimliği fakültesi ve 4921’i Sağlık Bakanlığı’nda olmak üzere yaklaşık 20 bin kişilik dişhekimi camiası halkımıza hizmet vermektedir.
Kişi başı ağız diş sağlığı harcaması Avrupa Birliği Ülkelerinde yaklaşık 220 Dolar iken ülkemizde 15 Dolar civarındadır. Bunun yanı sıra, Avrupa Ülkelerinde dişhekimine yıllık başvuru sayısı 5 iken Türkiye’de bu sayı sadece 0.7’dir. Buradan anlıyoruz ki, ülkemizde ağız diş sağlığı hizmetlerine olan ihtiyaç çok yüksek olmasına rağmen, bu hizmetlere olan talep o oranda düşüktür.
Dünya Sağlık Örgütüne göre sağlık; bireyin fiziksel, zihinsel ve sosyal bir bütün olarak tam bir iyilik halidir. Bireylerin fiziksel sağlığı ise vücuttaki tüm organ ve dokuların sağlıklı olması ile mümkündür. Bu nedenledir ki ağız ve diş sağlığını bozan faktörler bireyin vücut sağlığını da doğrudan etkilemekte, diş çürükleri ile dişeti hastalıkları; kalp-damar hastalıkları, yüksek tansiyon, kemik erimesi, şeker hastalığı ve kadınlarda erken doğum ve düşük doğum ağırlığı risklerini artırmaktadır.
Kötü ağız hijyeninin yol açtığı diş çürükleri ve dişeti hastalıklarından korunmada öncelikle kişiler kendi sağlıklarının bilincinde olmalı ve bireylere düzenli fırçalama alışkanlığı, diş ipi kullanımı, beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi ve düzenli olarak diş hekimine gitme alışkanlığının kazandırılması gerekmektedir.
Çürükten korunmada sabah kahvaltı sonrası ve gece yatmadan önce 2’şer dakikalık etkili bir fırçalama işlemi yeterlidir. Fırçalama işleminde diş etlerine masaj yapacak tarzda dairesel hareketler yapılmalıdır. Fırçalarken aşırı kuvvet uygulamanın diş eti çekilmesine neden olacağı unutulmamalıdır.
Diğer yandan etkili bir diş fırçalama işlemi dişlerin görünen yüzeylerinin temizliğini sağlamakla birlikte, bakteri plağının diş aralarından uzaklaştırılmasını sağlamaz.Bu nedenle diş araları günde bir kez tercihen gün sonunda diş ipi ile temizlenmelidir. Diş ipi günlük ağız bakımının ayrılmaz bir parçası olmalıdır.
Diş sağlığımız için bol bol peynir, süt ve yoğurt tüketmeli, şekerli yiyecekleri tükürük akışının en yoğun olduğu ana öğünler sırasında yenmelidir. Sağlıklı ve güzel diş ve dişetleri için öğün aralarında da abur-cuburla değil elma, havuç gibi iyi yıkanmış, taze meyve ve sebze ile beslenmeliyiz.
Çürüğü engellemenin başka bir yolu da dişlerin çürüğe karşı direncini artırmaktır.Diş yüzeylerine diş hekimi tarafından fluor uygulanması suretiyle dişler daha dirençli hale getirilir. Fluor birçok besinde doğal olarak bulunan bir elementtir. Fluor elementinin uygun dozda ve sürekli olarak ağız ortamında bulunması diş çürüğü oluşumunu engeller.Özellikle başlangıç halindeki çürüklerde diş minesinden kaybolan minerallerin tekrar kazanılmasını ve hasar görmüş diş dokusunun güçlenmesini sağlar.
Ayrıca özellikle erken yaşlarda diş çürüklerinin genellikle azı ve küçük azı dişlerinin çiğneyici yüzeylerinde bulunan ve fissur adı verilen çukurcuklarda başlaması nedeniyle dişhekiminin uygun gördüğü durumlarda bu çukurcukların üzeri fissür örtücülerle kapatılarak, çürük oluşumunun başlaması engellenir. Fissur örtücü uygulamaları dişin minesine yapıldığı için lokal anesteziye de gerek duyulmaz.
Halk arasında süt dişlerinin önemli olmadığına dair yanlış bir inanış vardır. Oysa ağız ve diş sağlığında dişlerin önemi süt dişlerinin sürmesiyle başlar. Süt dişleri çocuğun beslenmesinin yanı sıra düzgün konuşmasını da sağlamaktadır. Sağlıklı süt dişleri çiğneme işlemini gerçekleştirirken aynı zamanda altında bulunan daimi dişin korunmasını ve zamanında sürmesini sağlar. Yani sağlıklı süt dişi sağlıklı kalıcı dişlerin en büyük garantisidir.Tedavi edilmeyen süt dişleri ağrı, koku, konuşma ve çiğneme zorluğu ve beslenme bozukluğuna sebep olur. Süt dişlerinin tedavi edilmeyip zamanından önce çekilmesi kalıcı dişlerin çapraşık çıkmasının ve çene gelişimindeki bozukluğun en önemli sebebidir. Bu sebeplerden dolayı süt dişleri nasıl olsa değişecek mantığı ile ihmal edilmemeli, belirli aralıklarla diş hekimi tarafından mutlaka kontrol edilmelidir.Bunun yanı sıra ilk süren daimi dişimiz olan ve 6 yaş dişi olarak da adlandırılan 1. büyük azı dişlerinin de genellikle süt dişleriyle karıştırılması ve tedavi edilmemesi sonucu çocuklarımız hayatları boyunca ağızlarında taşıyacakları bu dişleri çok erken yaşlarda kaybetmektedirler.
T.C. Sağlık Bakanlığına bağlı birinci basamak sağlık kuruluşları olan sağlık ocakları, ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri ile sağlık merkezlerinde koruyucu ve önleyici dişhekimliği hizmetlerinin yanı sıra, imkanlar ölçüsünde dolgu, diştaşı temizliği gibi tedavi edici dişhekimliği hizmetlerinin bir bölümü de verilebilmektedir.
Ağzımızı,Dişi Temiz Tutalım
Yurtta ve dünyada önemli sorun,
Ağzımızı,dişi temiz tutalım;
Sevgili kardeşim,çok iyi korun
Ağzımızı,dişi temiz tutalım.
Sindirim yolunun,giriş kapısı,
Hazım aygıtının,gözde yapısı;
Lokmanın,güçlü parçalayıcısı
Ağzımızı,dişi temiz tutalım.
Her yemekten sonra,ağzını yıka,
Her sabah ve akşam,dişin(i) fırçala;
Fırsat vermeyelim,hiç mikroplara
Ağzımızı,dişi temiz tutalım.
Dişimiz çürürse,ağzımız kokar,
Kalp,böbrek,eklemde hastalık yapar;
En çok neden olan,tatlı gıdalar
Ağzımızı,dişi temiz tutalım.
Dişimizle sert şey,hiç kırmayalım,
Diş minemizi hiç,çatlatmayalım;
Doktora gitmekten,kaçınmayalım
Ağzımızı,dişi temiz tutalım..
Naim Yalnız
 

Çocuk Hakları Günü 20 Kasım


Çocuk hakları, kanunen veya ahlâki olarak dünya üzerindeki tüm çocukların doğuştan sahip olduğu; eğitim, sağlık, barınma; fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı korunma gibi haklarının hepsini birden tanımlamakta kullanılan evrensel kavramdır.
Çocuk hakları, insan hakları kavramının içinde ele alınması gereken bir konudur. Bugün, dünyanın birçok yerinde varolan insan hakları ihlalleri, çocuk boyutunda daha geniş kapsamlı ve büyüyerek, müdahale edilmesi daha zor bir şekilde yer almaktadır. Uluslararası Af Örgütü'nün belirttiğine göre; az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, emek sömürüsü, pornografi, şiddet, yasadışılık gibi olumsuz etkenlerin dahilinde, çocuk hakları ihlalleri daha büyük boyutlarda olmaktadır.
Çocukların erişkinlerden farklı fiziksel, fizyolojik, davranış ve psikolojik özellikleri olduğu, sürekli büyüme ve gelişme gösterdiği bilincinin yerleşmesi, çocukların bakımının bir toplum sorunu olduğu ve bilimsel yaklaşımlarla herkesin bu sorumluluğu yüklenmesi gerektiği düşüncesi, Cenevre Çocuk Hakları Bildirisi ile şekillenmiştir. Günümüzde çocuk hakları ile ilgili olan uluslararası belge 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve 193 ülke tarafından onaylanmış olan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmedir.
Konu başlıkları  [göster]
Tarihçe [değiştir]
Yirminci yüzyılın başlarında çocukların erişkinlerden farklı haklara sahip olduğu, dolayısıyla da bu hakların ayrıca tanınması gerektiği konusunda, değişik ülkelerde farklı hareketler ortaya çıkmaya başlamıştır. Leh eğitimci Janusz Korczak'ın 1919 yılında yayımlanan How to Love a Child (Bir Çocuğu Nasıl Sevmeli) adlı kitabında çocuk haklarından sözetmiştir. 1917 yılında, Ekim Devriminin ardından Proletkult örgütünün Moskova şubesi bir Çocuk Hakları Bildirgesi üretti.[1] Ancak çocuk haklarını savunma konusunda ilk etkili girişim 1923 yılında Eglantyne Jebb tarafından taslağı hazırlanan ve 1924 yılında Milletler Cemiyeti tarafından kabul edilen Cenevre Çocuk Hakları Bildirisidir. Bu bildirge Birleşmiş Milletler tarafından kuruluşunda kabul edilmiş, 20 Kasım 1959 tarihinde Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi olarak güncellenmiş[2] ve 20 Kasım 1989 tarihinde daha geniş olan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ile değiştirilmiştir. Bu sözleşme, BM üyesi ülkelerin ikisi hariç tamamı yani 193 ülke tarafından kabul edilmiştir.[3][4]Amerika Birleşik Devletleri ve Somali hariç en fazla sayıda ülke tarafından onaylanan insan hakları belgesidir.[5] Birleşmiş Milletler'in 1940'larda kuruluşundan bu yana çocuk hakları hareketi dünya üzerinde her zaman ilgi görmüştür. 20 Kasım günü günümüzde Evrensel Çocuk Günü (Universal Children's Day) veya Çocuk Hakları Günü olarak kabul edilmiştir. Bunun dışında çeşitli ülkelerde farklı günlerde çocuk günü kutlanmaktadır.
Türkiye'de 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ilk olarak Nisan 1929 kutlanmaya başlandı ve bu tarihte örgütlenen 4 bin çocuk ilk kez TBMM'den haklarını talep etti.[6] İlk olarak 1924'te çocukların korunmasına yönelik çalışma yürürlülüğe girmiştir.
Temel çocuk hakları [değiştir]
Sağlıklı yaşam hakkı [değiştir]
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin çok sayıda maddesi çocukların sağlıklı bir yaşam sürdürmelerini desteklemektedir. Sözleşme'nin 6. maddesine göre her çocuk esas olarak yaşama hakkına sahiptir.[7] İlaveten, 24. madde gereğince her çocuk ulaşılabilir en yüksek sağlık standartlarından yararlanabilmelidir; gerekli tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerinden faydalanabilmelidir.[8] İhmal edilen, terkedilen, istismara uğrayan ya da işkenceye tâbi tutulan çocukların iyileştirilmesi ve yeniden topluma kazandırmasından devletler sorumludur.[9]
Eğitim hakkı [değiştir]
Eğitim hakkı, çocukların en önemli haklarından biridir. Unicef'in 1999 tarihli raporunda da belirttiği gibi okuma-yazma bilmeme çok ciddi sorunlara neden olmaktadır. Anne ve çocuk ölümlerinin önde gelen etkenlerinden biri, annenin eğitim düzeyinin düşüklüğü veya okuma-yazma bilmemesidir. Kız çocuklarının okullaşma oranındaki 10 puanlık bir artış sonunda bebek ölüm hızı binde 4.1 azalmaktadır.[kaynak belirtilmeli] Şu halde çocuğun en temel hakkı olan yaşama hakkı ile eğitim hakkı arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır.
Yaşama hakkının yanı sıra, çocuğun bedensel, zihinsel, duygusal sosyal ve ahlak gelişimi için eğitime gereksinimi vardır. İnsanın doğuştan getirdiği yeteneklerini geliştiren en önemli araç eğitimdir. Eğitimsizlik sonucu ortaya çıkan sorunlar şunlardır:
İnsanlar üretken biçimde çalışamazlar.
Sağlıklarına özen gösteremezler.
Kendilerini ve ailelerini gereği gibi koruyamazlar.
Kültürel açıdan zengin bir yaşam sürdüremezler.
Kız çocukların da gereksinlerimini karşılayacak ve kendilerine yaşam becerisi kazandıracak nitelikli eğitim görmeye hakkı vardır. Oysa tüm Dünya'da okula gitmeyen 6-11 yaşlarındaki 130 milyon çocuğun 73 milyonunu kız çocukları oluşturmaktadır.[kaynak belirtilmeli] Kız çocukların eğitiminin önemi 1990'lar boyunca her fırsatta vurgulanmıştır.
Diğer temel çocuk hakları [değiştir]
Sözleşmeye göre, her çocuğun, temel yaşam hakkının yanında, nüfus kütüğüne kaydolma, isim, vatandaşlık ve mümkün olduğu ölçüde anne-babasını bilme ve onlar tarafından bakılma hakkı vardır. Buna paralel olarak, taraf devletlerin, çocuğun kimliği, tabiiyeti, isim ve aile bağları dahil olmak üzere her türlü koruma hakkına saygı gösterme ve bu konularda yasa dışı müdahalelerde bulunmama yükümlülüğü bulunur.
Şikayet hakkı [değiştir]
İsveç, Finlandiya ve Ukrayna başta olmak üzere pek çok ülke, çocuk haklarını korumaya yönelik şikayet merciileri oluşturmuştur. Çocuk hakları ihlallerinin değerlendirilmesine yönelik ilk şikayet mercii, 1981 yılında Barneombudet adı altında Norveç'te kuruldu.[10] Başlıca görevleri arasında tehlike altında olan çocukların güvenliğini sağlamak, çocukların toplum içinde söz sahibi olmalarını teşvik etmek ve eğitim, sağlık, kültür gibi konuları esas alarak çocukların içinde yetiştikleri koşulları denetlemek olan ombudsman,[11] yasalar çerçevesinde bağımsız ve tarafsız[10] olarak hareket etmektedir. Ukrayna, dünyada çocukları bu merciiye atayan ilk ülkedir. 2005 yılı sonlarında göreve başlayan Ivan Cherevko ve Julia Kruk, bu ülkede hizmet veren ilk çocuk hakları ombudsmanları olmuştur.
Çocuk hakları ihlalleri [değiştir]
Çocuk işçiliği [değiştir]
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi'nin 9. maddesi, çocukların her türlü istismar, ihmal ve sömürüye karşı korunmasını ve hiçbir şekilde ticaret konusu olmamasını beyan etmektedir. Ayrıca, çocukların uygun bir asgari yaştan önce çalıştırılmamasını; sağlığını ve eğitimini tehlikeye sokacak; fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişmesini engelleyecek bir işe girmeye zorlanmamasını gerektirmektedir.
Uluslararası Çalışma Örgütü'nün verilerine göre dünya genelinde 200 milyondan fazla çocuk işçi bulunuyor.[12] Bu ülkelerin başında Hindistan geliyor. Çocuk işçiler için en tehlikeli sektörler arasında tarım, inşaat ve madencilik yer alıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü, yaşları 5 ila 14 olan 132 milyon çocuğun tarım sektöründe çalışmaya zorlandığına ve bu nedenle eğitim ve sağlık olanaklarından yoksun kaldığına dikkat çekiyor.[12] Ayrıca çocukların mafya ve çetelerin elinde; zorla gasp ve yankesicilik suçlarına yönlendirilmesi, duygusal istismarı göz onünde bulundurarak dilenciliğe teşvik ettirilmeleri verilecek örneklerden bazılarıdır.
Çocukların yaşama hakkının ihlali [değiştir]
2003’ten bu yana, çocukken işledikleri suçlar nedeniyle Çin, İran ve ABD’de altı kişi idam edildi. Pakistan, Filipinler ve Sudan’da da çocuk suçlular infazı bekliyor. İran'da halen çocuk idamları sürmektedir.[13] Uluslararası Af Örgütü yetkilileri, "Bir dizi insan hakları ihlalinden kurtulan kaçırılmış kadınlar ve kız çocuklar, kaçakçıların ellerinde ikinci bir dizi ihlale maruz kalmaktalar. Bundan da kurtulmayı başarsalar bile bu kez de, çoğu zaman üçüncü bir dizi ihlale maruz kalmaktalar. " açıklamasını yapmışlardır.
Savaş milyonlarca çocuk için gündelik hayatın bir parçasıdır. Bazıları başka bir yaşam tarzı tanımamış, bazılarının dünyası da savaşların ortaya çıkışıyla alt üst olmuştur. Bu etkilerin sonucunda sayısız çocuk ölmüş, bir çoğu da sakat veya öksüz kalmıştır. Birçokları aç kalmış veya açlıktan ölmüştür. Milyonlarcası sevdiklerinden ayrılarak mülteci ya da yerinden-yurdundan edilmiş olarak, yollara dökülmeye zorlanmıştır. Çoğu; şiddet, korku ve zorluk dolu ortamda travma içinde yaşamaktadır.
Binlerce çocuk cinayetlerde rol oynamaktadır. Eğitim hakkından yoksun kalan çocukların, topluma genel olumsuz etkisinin yanı sıra, suça eğilimli bireyler olma oranı yüksektir. Çoğu güvenlik güçleri ve silahlı muhalif güçler tarafından işe alınmış, diğerleri ise başka seçenekleri olmadığını düşündüklerinden gönüllü olmuşlardır. Deneyimsiz, korkusuz oluşları ve özellikle zor görevlerde kullanılmaları dolayısıyla çocuk askerler arasındaki ölü ve yaralı oranı çok yüksektir.
Kuzey Afrika ülkelerinde, açlık, salgın hastalıklar ve susuzluk nedeniyle ölenlerin başında çocuklar gelmektedir.
Yine UNICEF'in hazırladığı bir rapora göre çocuk ölümleri yapılan çalışmalar sonucan giderek azalmaktadır. Buna göre dünyada 5 yaşından küçük ölen çocukların sayısı 2006’da, yılda 10 milyon barajının altına inerek 9,7 milyona düştü. Rapora göre Fas, Vietnam ve Dominik Cumhuriyeti’nde 5 yaşından küçük çocukların ölüm oranının üçte birin üzerinde, Madagaskar’da yüzde 41, Sao Tome ve Principe Demokratik Cumhuriyeti’ndeyse yüzde 48 azaldı. Bütün bu gelişmelere rağmen Orta ve Batı Afrika’nınsa çocuk ölümlerinin en fazla görüldüğü bölgeler olmaya devam etmektedir.[14] BM Nüfus Fonu'na göre Afrika kıtasında 5 yaşın altındaki her 1000 çocuktan 155’inin öldüğü belirtilirken bu çocukların büyük çoğunluğu kızamık, tetanos ve çocuk felci gibi, aşısı olan hastalıklar yüzünden ölüyor.[15]
Türkiye'de bazı kültürel anlayışların benimsediği töre kavramlarından ötürü, çocuklar töre kurbanı olmaktadır. Ayrıca ailelerin çocukları arasında kız-erkek ayrımı yapması, çocuk hakları ihlallerine verilebilecek örneklerden birisidir. Kız çocukların okutulmaması, onların başlık parası adı verilen ücret karşılığında evlendirilmesi, çocuk hakları ihlallerine çarpıcı bir örnektir.
Çocuk askerler [değiştir]
Ana madde: Çocukların askerî kullanımı
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu'nun belirlediği verilere göre, 2006 yılı içinde yaklaşık 250 bin çocuk silahlı çatışmalara sokuldu ya da bu amaçla silahlı gruplara dahil edildi.[16] Çocukların asker olarak savaş alanlarında kullanılması Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçu olarak tanımlanıyor.[16] Buna rağmen Burma, Burundi, Fildişi Sahili, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Somali, Sudan, Çad, Filipinler, Kolombiya, Nepal, Sri Lanka, Uganda, Afganistan, Angola, Gine-Bissau, Liberya, Mozambik, Ruanda ve Sierra Leone gibi ülkelerde çocuklar asker olarak kullanılmaya devam ediyor.
Hamburg Üniversitesi'nin gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre çocuklar dövülen, vurulan ve tecavüze uğrayan insanların şiddet sahnelerine tanık olup savaşmaya ve adam öldürmeye teşvik ediliyorlar. Bu araştırmada yer alan 169 çocuk ve gencin yaklaşık üçte birinin travma sonrasında gelen stres bozukluğu ile yaşadıkları tespit edildi.
 

Dünya Felsefe günü 20 Kasım


 Dünya Felsefe günü hakkında genel bilgi

Artık felsefenin de bir günü var. Her yıl Kasım ayının üçüncü Perşembe günü, Dünya Felsefe Günü olarak kutlanmaktadır. Bu konudaki önerinin, Türkiye Felsefe Kurumu tarafından getirildiğini ve UNESCO tarafından da kabul edildiğini hatırlatmak yerinde olur. 1946 yılında resmen yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler, Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization: UNESCO), savaş ve çatışmaların ilk çıkış yerinin insan zihni olduğunu belirtir. Dünyamızdaki olumsuz gelişmelerin önce zihinlerde başlaması nedeniyle, UNESCO'nun birtakım ilkeleri yaygınlaştırmayı amaçladığını görüyoruz. Dünya Felsefe Günü dolayısıyla, ülkemizde bazı üniversiteler ve liseler etkinlikler düzenlemektedir. Son derece memnunluk verici bu etkinliklerin gitgide çoğalması ve felsefenin öneminin daha fazla anlaşılır olması günümüzde daha çok önem kazanmıştır. Dünya Felsefe Günü nedeniyle felsefenin gündeme gelmesi önemlidir; çünkü gerek dünyada gerekse ülkemizde felsefeye duyulan gereksinimin arttığını görüyoruz. İnsanlığın karşı karşıya olduğu problemler kadar, ülkemizin kendine özgü problemleri de, olaylara felsefenin ışığında da bakabilmeyi gerekli kılmaktadır. Savaşların ve çatışmaların bitmek bilmediği, savaş tacirlerinin her türlü yolu ve yöntemi kullanmaktan çekinmedikleri günümüz dünyasında barış, özgürlük, insan hakları, insanın onuru ve değerlerin savunulmasında felsefenin temellendiriciliği ve aydınlatıcılığı büyük önem taşımaktadır. Yaşadığımız dünyayı daha iyi, daha insancıl bir dünyaya dönüştürmede ve uygarlık maskesiyle gizlenmeye çalışılan modern barbarlıklara başkaldırmada felsefenin işlevi yaşamsal bir önem taşımaktadır.

2002 yılından itibaren kutlanmaya başlanan Dünya Felsefe Günü dünya problemlerine felsefe ile de bakabilme bilincinin yaygınlaştırılmasında önemli bir işlev oluşturacaktır. Böyle bir günün saptanmasında Uluslararası Felsefe Kurumları Federasyonu'nun çok değerli çabaları olmuştur. Prof. Dr. İoanna KUÇURADİ'nin başkanı olduğu Türkiye Felsefe Kurumu sözü edilen federasyonun aktif bir üyesidir. Türkiye Felsefe Kurumu bir sivil toplum kuruluşu olarak, gerek ülkemizde gerekse dünyada felsefe ve insan hakları bilincinin yaygınlaştırılması konusunda önemli sorumluluklar üstlenmiştir. Dünya Felsefe Günü nedeniyle, felsefenin gündeme gelmesi pek çok bakımdan yararlı olacaktır. Gün dolayısıyla etkinlikler yapılabilir. Söyleşiler, konferanslar, paneller vb. yoluyla felsefecilerimiz, felsefeye ilgi duyan kişilerle bir araya gelerek felsefe sevgisinin ve ilgisinin güçlenmesine katkıda bulunabilirler. Felsefecilerin yalnızca yazılarıyla ve kitaplarıyla değil konuşmaları ve eylemleriyle de insanların içine çıkmaları gereklidir. Prof. Dr. İoanna KUÇURADİ'nin 2004 yılında yayımladığı Dünya Felsefe Günü kutlama mesajı felsefenin toplumla ilişkisi açısından önemli belirlemelerle doludur: ??Bütün dünyadaki felsefeciler çeşitli etkinliklerle Dünya Felsefe Günü'nü kutluyor. Felsefe fildişi kulesinden çıktı artık. Ama önümüzde yürüyecek uzun ve engebeli bir yol var. Bu yolda Dünya Felsefe Günü, olan bitene ve yapmak üzere oldukları felsefi değer bilgisiyle bakmaya ve bilgiyle düşünmeye çoğu insanın ayıracak vakti olmadığı felsefenin ne işe yaradığını göstermek ve bu amaca hizmet eden bir felsefe eğitiminin dünyamızda neler sağlayabileceğini hatırlatmak için bir fırsat oluşturuyor.'' 

Felsefe eğitiminin dünyamızda sağlayabileceği en önemli işlevi, insanın dogmalardan arınmasını sağlayabilen bir anahtar olmasıdır. 10?17 Ağustos 2003 tarihleri arasında İstanbul'da düzenlenen 21. Dünya Felsefe Kongresi'nin açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER felsefenin işlevini şöyle vurgulamıştır: İnsanlık bir yandan kendini geliştirip özgürleştirirken öte yandan gelişmiş toplumlarla azgelişmiş toplumlar arasında büyüyen uçurum, eşitlik, yoksulluk, bilgisizlik, kültürsüzleşme, bağnazlık ve bunlardan kaynaklanan terör, kültürlerarası çatışma, moral değerlerde çözülme gibi sorunların üstesinden gelmeye çalışmaktadır (...) Felsefe insanın yaşamını, değerlerini, amaçlarını sorgulamakta, varlığı bütün olarak ele almakta, temelde insanın sorgulayabilme yeteneğine dayanmaktadır (...) Felsefenin geliştirdiği kuşkuculuk ve eleştirel düşünce, bilimsel düşüncenin, yenilikçi buluşların temelini oluşturmuştur. Eleştirel, sorgulayıcı ve çözümlemeci düşüncenin önem kazandığı dönemler, bilimsel üretim ve aydınlanmacı gelişmelerin önünü açmıştır. Dünyada ortaçağın karanlığından, skolastik düşüncenin dar ve tutucu kalıplarından, felsefi düşüncenin sorgulayıcı ve eleştirel yaklaşımı ile çıkmıştır.'' Ülkemizde felsefe adına yapılabilecek önemli işler vardır. Felsefenin eğitim kurumlarımızda amacına uygun olarak yer alması, üniversite içinde farklı bölümlerinde bilim felsefesi, insan haklarının felsefesi ve eğitim felsefesi gibi derslerin okutulması, felsefe öğretmenlerine ayrılan kadro sayısının arttırılması sağlanabilecek ilk adımlardır. 

Gelecekte Dünya Felsefe kutlamaları yaygınlık kazanacaktır. Milli Eğitim Bakanlığı belirli gün ve haftalar listesine Dünya Felsefe Günü'nü almıştır. Bu günün yaygınlaştırılmasında başta basın kuruluşlarına ve eğitim kurumlarına,sorumluluklar düşmektedir.



  Felsefe hakkında bilgi
Felsefenin ne olduğu konusunda acele bir tanıma girişmeyeceğim. Başlangıç için böyle bir tanım zorunlu değildir. Felsefe M.Ö. VII-VI. yy.da Anadolu'nun o zaman Yunanistan'a ait topraklarında, Miletos'da Thales'le başladı. Thales'in böyle bir sözcüğü kullanmadığını, tanımlamadan ilk kullananın ise Samos'lu -Pythagoras (İ.Ö. 570-490) olduğunu biliyoruz. Sözcük bugün ondan anladığımıza az çok yaklaşarak -ya da bugünkü anlamına başlangıç olabilecek biçimde- ilkin Aristoteles (İ.Ö: 381-322) tarafından tanımlanmıştır: Aristoteles "ilk felsefe"den ("prima philosophia") söz ediyor ve bunu aşağı yukarı bugün "metafizik" dediğimiz şeyle bir tutuyordu. Arada geçen iki yüzyıllık zaman içinde; ne olduğu açıkça bilinip söylenmeden felsefe yapılmış oluyor, demektir. Bu tür örneklerin de ötesinde burada felsefeyi felsefe diye tanımlamaya kalkışsak bu yeterli de olmayacaktır. Çünkü felsefe tarihinde çeşitli görüş açılarından filozofların kendi çalışma alanlarını çok ayrı tanımladıklarını görüyoruz. Bu konuda hiçbir görüş birliği yok. Yine de bir felsefe kitabını ele aldığımızda böyle bir metnin ilk bakışta ortaya çıkan (ve başka metinlerde bulunmayan) bir özelliği var: felsefe metinleri sorulara pekçok yer vermesi, daima sorular sorması ile başka metinlerden ayrılmaktadır. Filozoflar daima daha çok soru sormaktan gizli (ya da açık) zevk alan, adeta sormaya doyamayan ve soru sormadaki ustalıklarına dikkatimizi çekmek isteyen kişiler. Kuşkusuz bu türlü soru soran filozofların başında Atinalı fılozof Sokrates (470/469-399) geliyordu. Soru sormayı kendi felsefesi için bilinçli bir yöntem haline getiren Sokrates, çarşıda pazar- da zamanın paralı öğretmenleri olan sofistleri, bu arada sıradan kişileri de bildiklerini. İddia ettikleri konularda sorguluyordu. Konuşmaya, dialoga dayandığı için bu yönteme dialektik, sorgulanan kişide soru yoluyla düşüncelerin, daha doğrusu kavramların doğmasına yol açtığı için de doğurtma yöntemi denmiştir: Sokrates böylece kavramsal bilgiyi arıyordu. Ancâk Sokrates'in sorduğu bütün soruları sonuna kadar yanıtlamak olanaksızdı ` Onun böyle bir isteği de olmadığını öğrencisi Platon'un Sokrates'i konuşturarak kaleme aldığı kimi dialoglarından da anlıyoruz. Soruların takılıp kaldığı, kavramların tanımlarına kavuşturulamadığı yeri bulma, rasgele hazır yanıtlar vermekten daha üstün bir işti Sokrates'e göre. Bütün bunlara bakarak felsefe yapmanın başlıca koşulunun soru sormak, giderek sorgulamak olduğunu söyleyebilecek miyiz? Ancak bütün başka insanlar da bu ,arada çocuklar da soru soruyor. Bu nedenle onlar filozof mu? Yine de filozofun soru sormasının bütün bu türlü sıradan sorulardan iki önemli noktada ayrıldığını söyleyebiliriz: bu sorular rasgele değil belli bir araştırma amacıyla sorulmakta ve akla hizmet etmektedir. Birşeyi araştırmada daima akıl (ve mantık) egemen olacağına göre, kısaltarak felsefedeki 'sorgulamaların akıl adına yapıldığını burada asıl soru soranın aklımız olduğunu söyleyebiliriz. 


  Felsefe nedir?


Felsefe sözcüğü eski Yunancadan Arapçaya ve bu dilden Türkçeye geçmiştir.

Sözcüğün Yunanca aslı "philosophia"dır ve iki ayrı sözcükten oluşur; "Philio" sevgi anlamına gelir; "sophia" ise, "bilgelik" ya da genel olarak "bilgi" demektir. Öyleyse "philosophia" bilgi ve bilgelik sevgisi, aşkı anlamına geliyor. "Philosophos (filozof) da "bilgeliği seven", "bilgiyi arayan ve ona ulaşmak isteyen kişi"dir.

Eski Yunanca "sophia" sözcüğünün yalnızca kuru ve soyut bilgi anlamına değil; akıllıca davranmak, aşırılıklardan kaçınmak, kendine egemen olmak ve kötü durumlara göğüs germeyi bilmek anlamına geldiğini de özellikle belirtmeliyiz. 
Demek ki filozof, yaşamın anlamını bulmaya ve bu anlama uygun biçimde yaşamaya çalışan kimsedir. 

Felsefenin amacı da yalnızca kuramsal (teorik) bilgi elde etmek ve vermek değil; doğru davranışlarda bulunmamızı sağlamak: ahlaklı yaşamanın yollarını öğretmektir.

Eski Yunan düşüncesi, bilgi ile bilgelik; bilmek ile istemek (ahlak) arasında sıkı bir ilinti görüyordu. Sokrates, bundan ötürü "kimse bilerek kötülük işlemez" diyordu. 
Demek ki felsefe sözcüğünü başlangıçta taşıdığı anlam içinde ele alırsak yalnızca bilmenin değil, ahlaka uygun ve mutlu bir yaşam sürmenin de söz konusu olduğunu, felsefe denince, sağlam bilgiler edinme çabası kadar doğru, ahlaklı ve mutlu yaşama çabasının da göz önünde tutulduğunu kavrarız.

Yukarda belirttiğimiz gibi, sözcükteki temel anlam, "philosophia" nın, bilgi ve bilgeliğe duyulan "sevgi" ya da "dostluk" olmasıdır. "Philosophos"a yani filozof, şu ya da bu koşula, duruma, ya da kişiye bağlı olarak değişiklik göstermeyen, yani şuna ya da buna göre olmayan mutlaka doğruları ve kesin bilgileri bildiğini ileri süren bir kimse değildir. Bunun tam tersine bilgiyi ve bilgeliği arayan, seven. Ele geçirmek isteyen kimsedir. "Philosophos" sözcüğünü, ilk olarak, lsa'dan önce altıncı yüzyılda yaşayan Yunan düşünürü Pythagoras'ın kendisi için kullandığı söylenir. Pythagoras, bu sözcüğü kullanırken, mutlak doğruları elde etmiş bir kimse değil, bir bilgi arayıcısı ve bilgelik âşığı olduğunu belirtmek istiyordu. (Bu sözcüğü, ilk olarak Herokleitos'un kullandığı da söylenir.) 

Demek ki filozof, herhangi bir şeye ve kimseye; ortaya çıktığı zamana ve yere göre değişmeyen mutlak bilgileri ve doğruları bulduğunu düşünerek mutluluk duyan bir kimse değildir. Ama hiç bir şeyin bilinmeyeceğini düşünerek sınırsız bir kuşkuya (şüpheye) düşen bir kimse de değildir. Felsefe tarihi boyunca, mutlak bilgilere ulaştıklarını düşünen ve son sözü söylediklerine inanan birçok büyük filozofun ortaya çıktığını göreceğiz. Her şeyden kuşku duyan ve hiç bir şeyin bilinemeyeceğini ileri süren düşünürlerle de karşılaşacağız. Ama felsefenin gerçek ilerleyişinin, kesin ve mutlak bilgiler ortaya koyduklarını söyleyen filozofların görüşlerindeki yanlış ve eksik yanlarla: her şeyden kuşku duyduklarını ve hiç bir şey bilmediklerini söyleyen düşünürlerin görüşlerindeki doğru yanlardan geçerek kendin` ortaya koyduğunu da göreceğiz. Bu filozoflara ve düşünürlere rağmen ve aynı zamanda onlar sayesinde, "felsefe"nin kendini sürekli olarak derinleştirmesine; yani insan düşüncesinin sürekli olarak kendisine eğilip, kendisini bilinçli duruma getirmeye yönelmesine tanıklık edeceğiz. 

Bu bakımdan, gerçek filozofun, edindiği bilgileri yetersiz bulan, tedirginlik duyan, ama yine de arayan ve sürekli olarak eleştiren bir kimse olduğunu göreceğiz. İnançların, törelerin ve alışılagelmiş düşünce biçimlerinin dışına çıkamayan; bunlara körü körüne yani bilinçsizce bağlı olan kimse, doğrunun (hakikatin) ve bilginin ne olduğunu kesinlikle bildiğine inanır; bunlardan kuşku duymaz. Filozof ise, kendisine şu ya da bu biçimde kabul ettirmiş olan ya da sunulan inançları, görüşleri, bilgileri irdeler ve eleştirir; doğru olanı, gerçek bilgiyi, bilgeliği arar; insan yaşamını anlamlı kılacak, yaşanmaya değer duruma getirecek ve mutluluğa ulaştıracak ilkeleri ve kuralları bulmak ister; bunlara uygun olarak yaşamaya çatışır. Bu ilkeleri ve kuralları, iyice araştırıp akılla bulunmuş temeller üzerinde kurmaya yönelir. Felsefi düşünce, kökü bakımından, genellikle bütün bildiklerimizi ve özellikle inandıklarımızı; eylem (ahlak) alanında yol gösterici olarak kabul ettiğimiz değerleri («iyi ya da kötü dediğimiz şeyleri), toplumun bize kabul ettirdiği önyargıları (peşin hükümleri), tutkularımızı, duygularımızı, alışkanlıklarımızı, özgür düşüncenin süzgecinden geçirmektir; bunlardan uzak durup. Bunlara dışardan bakmak, bunları irdelemek, çözümlemek, iç yüzlerini ortaya koymak ve eleştirmektir. Kısacası, bilginin temeli olacak doğrulara ve davranışımızı yönetecek sağlam ilke ve kurallara ulaşmak Cabasıdır; arayışıdır. 

Tarih boyunca çeşitli filozoflar gelip geçmiş, farklı ve kimi zaman birbirine taban tabana karşıt sistemler kurulmuştur. Bu sistemlerin bazıları, uzun ya da kısa süreler boyunca, insan düşüncesine ve yaşamına egemen olmuştur. Ne var ki, felsefenin özünde, yukarda açıklamaya çalıştığımız philosophias sözcüğünün kökel (temel) anlamı her zaman varolagelmiştir. Yani felsefe, her zaman, bir doğru sevgisi ve arayışı; bir eleştiri, bir yaşayış, davranış ve ahlak sorunu olarak; doğruya ve iyiye yönelmiş bir çaba olarak ortaya çıkmıştır. Felsefe sistemlerinin ve çeşitli felsefi düşünüşlerin dışgörünüşünü aşıp derinine inilince, bu sevgiyi, arayışı, eleştiriyi ve çabayı görmek her zaman olanaklıdır. 



  Felsefenin Dalları

Felsefe, eğildiği konulardan doğan beş dalıyla bu işlevi yerine getirir:

1) Metafizik
2) Epistemoloji
3) Ahlak
4) Politika
5) Estetik

1. Felsefenin esas dalı olan metafizik: 
Mevcudiyeti (realiteyi) en temel hususiyetleri açısından araştıran felsefe dalıdır.

Başka bir deyişle metafizik, -canlı veya cansız, insan veya gayriinsan- evrende varolabilen herşeyle ilgili asgari müşterekleri konu edinir. Metafizik, felsefenin temelidir. Bütün felsefe sistemleri metafizik içinde sorulmuş sorulara verilmiş cevaplar etrafında inşa edilir. Mesela: Evren belirli tabiat kanunlarıyla yöneltilen, dolayısiyle anlaşılıp kontrol altına alınması mümkün bir yer midir, yoksa anlaşılmaz bir kaos, izah edilemez bir mucizeler alanı, teslim olunacak bir tehdit midir? Etrafımızdaki şeyler, bilincimizden bağımsız olarak mevcut mudur, yoksa kafamızda yarattığımız birer illüzyon mudur? İnsan, serbest iradeye sahip, kendini üretebilen ve idare edebilen bir kahraman mıdır, yoksa "ilahi tecelli" veya "üretici güçler" gibi kendi dışındaki kuvvetlerin programladığı, cevhersiz, çaresiz bir otomaton mudur? Bu gibi sorulara verilecek cevaplar sonucu ortaya çıkan soyutlamalar (prensipler, aksiyomlar, kavramlar vs.) o felsefenin metafiziğini teşkil eder.

2. Felsefenin ikinci dalı epistemoloji: 
İnsanın mevcudiyet içinde davranabilmesi için gereken bilgileri elde etmenin ve bu bilgilerin doğruluğunu tahkik etmenin yöntemlerini araştırır.
Metafizik ve epistemoloji, felsefenin teorik temelini teşkil eder.

3. Felsefenin Üçüncü dalı ahlak: 
Felsefenin teknolojisi olarak düşünülebilir.

Ahlak, felsefenin insan hayatının bütünleştiricisi haline gelmesinin yollarını gösterir, bireyi inşa eder.

Ahlak, var olan her şeyle değil, sadece birey olarak insanla ilgilidir: karakteri, faaliyetleri, değerleri, mevcudiyetle olan ilişkileri.Yani; ahlak, bireyin hayatının gayesinin ne olması gerektiğini tayin eden, bu gayeye erişmek için nasıl bir seyir tutturması gerektiğini gösteren, faaliyetleri sırasında yapmak zorunda kalacağı tercihlerde kendisine rehberlik edecek değerler hiyerarşisini ve prensipleri nasıl elde edeceğini gösteren bir sistemdir.Ahlak, bir yandan insanın kendi karakterinin ne olması gerektiğini belirlerken, diğer yandan onun başka insanlara nasıl davranacağının 
kurallarını ortaya koyar ve politika isimli felsefe disiplinine yol verir.

4. Felsefenin dördüncü dalı politika: 
(Siyaset felsefesi), bu anlamda ahlakın türevidir.

Politika, insana-özgü-bir toplumsal sistemin temel prensiplerini belirleyen felsefe dalıdır. 

5. Felsefenin beşinci dalı estetik: 
San'atı inceleyen felsefe dalıdır.

Metafizik, epistemoloji ve ahlak üzerine bina olur ve sanatın ne olması gerektiğini araştırır. Sanat, onu yaratan ve izleyenlerin felsefesinde soyut olarak mevcut kavramları, değerleri, prensipleri somut bir ürüne dönüştürür; o felsefenin değerlendirilmesini mümkün kılar; insan bilincinin eleştirmenliği görevini yapar. İnsan bilgisi, felsefe denen kök üzerinde iki dal halinde gelişir. Bu dallardan biri, fiziki dünyayı -insanın fiziki mevcudiyetiyle ilgili fenomenleri- inceler; diğeri, insanı -insan bilinciyle ilgili fenomenleri- inceler. Birinci dal, soyut bilime yol açar; soyut bilim, uygulamalı bilime veya mühendisliğe yol gösterir; uygulamalı bilim, teknolojiyi -maddi değerlerin fiilen üretimini- mümkün kılar. İkinci dal, birinciye benzer bir yönelimle, sanatı mümkün kılar.

Ahlak, insan inşaının mühendisliğidir: prensipleri ortaya koyar, projeleri çizer.
Sanat, insan inşaının teknolojisidir: nihai ürünü yaratır, model inşa eder.
Sanat, üç felsefi disiplinin ürünüdür: metafizik, epistemoloji ve ahlak.

Metafizik ve epistemoloji, insan fenomeninin soyut bilimidir. Bu soyut temel üzerinde bina olunan ahlak, insan fenomeninin uygulamalı bilimidir: hayatının amaç ve çizgisini belirleyen seçim ve faaliyetlerinde insanı yönlendiren değerler sistemini tanımlar; yani, ahlak, insan inşaının mühendisliğidir: prensipleri ortaya koyar, projeleri çizer. Sanat, insan inşaının teknolojisidir: nihai ürünü yaratır, model inşa eder. Sanatın amacının "öğretmek" ile olan ilgisi, bir uçağın amacının "öğretmek" ile olan ilgisinden daha fazla değildir. Nasıl ki, bir uçağın incelenmesinden, onun parçalarına demonte edilmesinden bir çok şey öğrenilebilirse; benzer şekilde, bir sanat eserinin incelenmesinden de-insanın tabiatı, insanın ruhu (bilinci), insanın mevcudiyeti hakkında- çok şey öğrenilebilir. Fakat, bunlar, sadece yan faydalardır. Bir uçağın birincil amacı, insana uçmayı öğretmek değil, ona uçma deneyini fiilen yaşatmaktır. Sanatın birincil amacı da, aynı şekilde düşünülmelidir. Sanatın; şeyleri, "olabileceği ve olması gerektiği gibi" temsil etmesi, insanın bu şeylere, gerçek hayatta erişmesine yardımcı olur; ama, bu yarar, sadece ikincil bir değerdir. Birincil değer; sanatın, şeylerin olması gerektiği gibi olduğu bir dünyada yaşama deneyini insana tattırmasıdır. Bu deney, insan için hayati önemi haizdir.



  Felsefenin kelime anlamı


Yunanca seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum anlamına gelen "phileo" ve bilgi, bilgelik anlamına gelen "sophia" sözcüklerinden türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplin. Buna göre, felsefe Yunanlılar için, "bilgelik sevgisi" ya da "hikmet arayışı" anlamına gelmiştir. Başlangıçtaki bu özgün anlama göre, her türden bilimsel araştırmacıya filozof adı verilmiştir.

Felsefe varlık ve düşünmeyi oluşturan ilkeler, gerçeklik ve nedenselliğin araştırılmasıdır. Çoğunlukla büyük filozofların çalışmalarının toplamına denilir. Filozoflar tarafından ortaya atılmış çeşitli soruların cevaplarının aranması anlamına gelir. Bir diğer tanımı bir tür kritik, yaratıcı düşünmedir. Bu anlamların herhangi biri ayrı olarak düşünülemez.


  Felsefenin konuları

Filozoflar genellikle varoluş veya varlık, ahlak veya iyilik, bilgi, gerçek ve güzellik konularıyla ilgilenmişlerdir. Tarihsel olarak bir çok filozof dini inançlara veya bilime de eğilmiştir. Filozoflar genellikle bilimin dışında kalan bu kavramlarla ilgili kritik sorular sorarlar. Felsefe nedir sorusunun cevabının aranması da bir felsefi uğraştır. Filozoflar genellikle şu soruların cevaplarını ararlar:
Gerçek nedir? Bir ifadeyi nasıl veya niye doğru veya yanlış olarak tanımlarız? Nasıl karar veririz?
Bilgi mümkün müdür? Bildiğimizi nasıl biliriz? Doğru bilginin kökeni ve sınırları ?
Ahlaken doğru veya yanlış hareketler (veya değerler, veya kurumlar) arasında bir fark var mıdır? Hangi hareketlet doğrudur, hangileri yanlıştır? Değerler mutlak mı, izafi midir? Yani nasıl yaşamak gerekir? Ahlakın kaynağı nedir ?
Gerçeklik nedir ve neler gerçek olarak nitelendirilebilir? Gerçek olan şeylerin doğası nedir? Bazı şeyler algımızdan bağımsız olarak var olabilir mi? Zaman ve mekanın doğası nedir? Düşünme ve düşüncenin doğası nedir? Birey olmak ne demektir?
Güzel nedir? Güzel şeylerin farkı nedir? Sanat nedir?
Din kavramının kökeni nedir ? Tanrı insanların korkularından kaynaklanan bir varsayım mıdır ? Tanrı var mıdır ?

Antik Yunan felsefesinde, yukarıdaki beş soru sırasıyla, analitik veya mantıksal, epistemoloji, etik, metafizik ve estetik olarak adlandırılırdı. Bunların dışında da konular vardı ve bu tanımlamaları ilk kez kullanan Aristo aynı zamanda politika, modern fizik, jeoloji, biyoloji, meteoroloji ve astronomi'yi de felsefenin konuları arasına almıştır. Yunanlılar Sokrates'in etkisiyle bir Analiz geleneği geliştirmişler ve konuyu daha iyi anlamak için parçalarına ayırmışlardır.

Diğer gelenekler bu tip tanımlalar kullanmamış veya aynı temaları ön plana çıkartmamıştır. Hint felsefesi Batı felsefesi ile benzerlikler taşısa da, binlerce yıldır felsefe ile ilgilenmiş olsalarda Japonca, Korece ve Çince'de felsefe kelimesi 19.yy'a kadar yoktu. Özellikle Çinli filozofların Yunanlılara göre farklı bir sınıflandırması vardı. Tanımlamaları da genel özelliklere değil çoğunlukla metaforikti ve aynı anda bir kaç konuya ilintiliydi . Ancak batı felsefesinde de konular arasında kesin sınırlar yoktur ve 19.yy'a kadar batı filozoflarının çalışamalarında konusal bir ayrım yapılmamıştır. Gerçek felsefe Rönesans sonrası Alman İdealizmi sonrasında doruk noktasına ulaşmıştır.




  Felsefenin Tarihçesi

Bilginin ve insan eyleminin kaynağını ve ilkelerini inceleyen düşünceler bütünü. Yunanca «philosophia» («philos», dost, «sophia», bilgelik) sözcüğünden Arapça'ya, oradan da Türkçe'ye «felsefe» olarak geçmiştir.

Felsefeciler (filozoflar), genellikle saygın, ağırbaşlı, kolay kolay heyecanlanmayan, hiç bir şeye kızmayan kimseler olarak düşünülür. Oysa Eflatun, filozofun başlıca özelliğinin hayret etmek olduğunu söylerdi. Böyle olunca, ister bilgin, ister cahil, ister çocuk, ister büyük olsun, herkes filozof demektir, çünkü herkes, hayat üzerine, ölüm üzerine, düşünmek etkinliği, ya da duyduğu sevgi veya başka herhangi bir etkinlik konusunda kendi kendine sorular sorar. Ama, sözcüğün dar anlamıyla filozof, düşünce yoluyla dünyayı yorumlamağa, yani dünyaya bir anlam vermeğe çalışan kimsedir. 

Yunanistan Doğumlu 
Batı felsefesi, Yunanistan'da, tarihin hem zengin, hem karışık bir döneminde doğdu. Felsefenin gerçek kurucusu, Eflatun'dur (428348). Ustası Sokrates gibi o da, insanların gerektiği gibi yaşamadıklarına inanmıştı: ama haksızlığın, bilgisizliğin, ahlâksızlığın çaresi nerede bulunacaktı?

Eflatun'a göre herkes, yapılması gerekeni bildiğini sanıyordu: «Bizler, tıpkı bir mağaranın ta dibinde zincire vurulmuş tutsaklar gibiyiz; içimizden biri kendini kurtarıp da başını aydınlığa çevirmeyi başarabilirse, o zaman, doğru bildiği her şeyin yanlış olduğunu anlayacak, böylelikle, bilgiye ulaşmak için, aklın kendi üzerinde çaba harcamasının gerekli olduğunu görecektir». Aristoteles ise, Eflatun'un bu düşüncelerini fazlasıyla idealist buldu ve daha çok, bir sistem halinde örgütlemeğe çalıştığı özel bilgiler (doğal bilimler, fizik, politika) üzerinde durdu.

M.Ö. III. yy.dan itibaren, Yunan sitelerinin gerilemesiyle, felsefe okullarının sayısı da çoğaldı ve her biri öncelikle şu soruya karşılık aramağa çabalar oldu: insan mutluluğa nasıl erişebilir? Stoacılar düşmanlığa son vermek için, ruh sağlamlığına güvendiler, Epikürcüler dostluk ve düşünce zevklerine öncelik tanıdılar, septikler (kuşkucular) ise her şeyden kuşkulanma duygusuna sığındılar.

Din Bilginleri 
Kilise, yüzyıllar boyu düşünce tarihini egemenliğine aldı. Özellikle, Thomas d'Aquin (1225-1274) gibi Ortaçağ filozoflarının hemen hepsi tanrı ve insan sorunuyla uğraşan din adamları ve din bilginleriydi.

Sonra, hümanist (insancı) uğraşıların merkezi, insan oldu. Fransa'da Montaigne, İtalya'da Giordano Bruno (1548-1600), İngiltere'de Francis Bacon (1561-1626), düşüncenin gelişimine katkıda bulundular.

Klasik Dönem 
Kopernik ile Galilei'nin dünyanın dönüşü üzerine kuramları, geleneksel düşünceleri altüst etmiştir. Ondan sonra bilimsel ilerleme, felsefi düşünceyle birlikte gidecektir. XVII. yy.ın bütün büyük filozofları, aynı zamanda bilgindiler. Onları ilgilendiren, bilim üzerine düşünmek, bilimin nasıl mümkün olacağını göstermekti. Bu anlayış, özellikle Descartes'da, Spinoza'da (1632-1677) ve Leibniz'de (1646-1716) belirgindir.

XVIII. yy.da bir yandan doğal bilimler gelişirken (doğa bilgini Lamarck'ın çalışmaları), bir yandan da Montesquieu (1689-1755) ve J.J. Rousseau gibi filozoflar da toplumsal ve siyasal fenomenlere (insan bilimlerinin doğuşu) yönelmişlerdi. İngiltere'de David Hume (1711-1776), deneyin bilginin kökeni olduğunu öne sürerken (ampirist [görgücü] kuram), XVIII. yy. sonunda Emmanuel Kant (1724-1804) eleştirisel idealizm kuramıyla «aydınlık çağ felsefesinin» doruğunu belirtiyordu.

Tarihin Anlamı 
Fransız Devrimi, felsefenin evriminde bir dönüm noktası olmuştur: artık, tarih üzerine düşünceler, özellikle Alman filozoflarında ön plana geçecektir. Friedrich Hegel (1770-1831), tarihin ne saçma, ne de rastlantılara bağlı olduğu düşüncesindedir: ona göre tarihin bir anlamı var dır, bu da insan bilincinin ve insan aklının gelişmesidir. Hegel'in eseri, Kari Marx'ı çok etkilemiştir; Marx için tarihin, iktisat yasalarına bağlı yasaları vardır. Şair ve filozof Friedrich Nietzsche (1844-1900) için ise, dünyanın değişimi, bireyin değişiminden geçer.

Çağdaş Düşünce 
XX. yy. başlangıcı felsefesine gelince, burada da iki büyük akım ayırt edilebilir: özellikle bilimde görülen büyük değişimleri (Einstein kuramları) inceleyen birincisinin ilerigelen temsilcileri Edmund Husserl (1859-1938) ve Gaston Bachelard'dır (1884-1962); daha çok insanla ve insan yaşamının anlamıyla ilgilenen ikinci akımın öncüsü ise Henri Bergson'dur (1859-1941).

İki dünya savaşıyla sarsılan XX. yy., psikanaliz .(Freud'un çalışmaları) araştırmalarına paralel olarak, insan üzerinde yeni bir düşünce biçiminin doğuşuna sahne olmuştur. Danimarkalı Kierkegaard'ın (1863-1855) öncülüğünü yaptığı varoluşçuluk (egzistansiyalizm), Martin Heidegger (doğ. 1889) ile Almanya'da ve Jean-Paul Sartre (doğ. 1905) ile Fransa'da gelişmiştir ve «her insan, kendini kendi seçer, öz seçimleriyle, öz davranışlarıyla kendini yaratır» kuramıyla belirlenmiştir.

Bugün filozoflar artık, sistemler kurmağa çalışmıyorlar; Sartre bile siyasal eyleme yönelmiştir. Bugün düşüncelerin gelişiminde en çok etkisi olan kişiler, birer insan bilimleri disiplini olan psikanaliz (Lacan) ve etnoloji (Levi-Strauss) üzerinde çalışan insan bilimleri uzmanlarıdır. 

Raffaello'nun, Eflatun ile Aristo'nun çevresinde toplanmış Eskiçağ düşünürlerini tasvir eden «Atina Okulu» adlı freskinden bir bölüm. Yunan filozofları, büyücülük uygulamaları karsısında mantığı ve akıllı düşünmeyi zafere ulaştırmağa çalıştılar. Vatikan, Roma.

Alman filozofu ve matematikçisi Leibniz (1646-1716). Parlak zekâsı ve üstün bilgisiyle Leibniz, hukuk, siyaset, din, tarih, dilbilimi, jeoloji ve mekanik alanlarında da önemli çalışmalar yaptı. «Dünyamızın olması mümkün dünyaların en iyisi olduğu»nu savundu.

Alman filozofu Emmanuel Kant (1724-1804). Hayatını inceleme, ders verme ve düşünmeğe adadı. Günlük programını bir kere, o da Fransız Devrimi'nin başladığını öğrendiği gün aksattı. Kant'a göre akıl, deneme sınırlarını aşınca hezeyana düşer; bilgimizin temeli insanın zihnidir; akıl, bilimsel ve deneye dayalı olarak kullanılmalıdır; insan yaşamına yön veren ahlâk yasası, özgürlüğü, ruhun ölümsüzlüğünü ve Tanrı'nın varlığını gerektirir. Portre, Hans Kurth'un eseri.

Doğu Felsefesi 
Hindistan düşünürlerine göre, felsefe ile din birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Brahmanizm geleneği evrenin ruhu olan birliği öğrenmeğe çalışır. Bu ruh, her insanın ta derinliğindedir. ölümün bile söndüremediği hayat ilkesidir. Buna karşılık 'Buda için her şey görünüşten ibarettir; sağduyu, her şeyin gerçek dişiliği üzerine düşünmek ve kendinden vazgeçip özünü dünyadan da kurtarmak demektir.

Geleneksel Bölümler 
Felsefe birkaç bölümü içerir: mantık, akıl yürütme, düşünme bilimidir; epistemoloji, bilimler üzerinde düşünmektir; etik {veya ahlak), ahlâk bilimi, iyilik ve kötülük kuramıdır; estetik, güzellik bilimidir. Metafizik ile teoloji (dinbilim) ise, doğrunun ilkelerini arar ve dine ilişkin sorunları inceler.

Diogenes 
İlkçağ filozoflarının çoğunluğu, çok ince mantıkçıklardı. Ama bazıları da sadece aydınları küçümsüyor ve toplumsal kuramlardan uzak, sade ve doğal bir yaşantıyı arıyorlardı. Böylece her mevsim yalınayak gezen Diogenes'in tek bir pelerini vardı ve genellikle bir fıçıda yaşıyordu. Büyük İskender ona bir arzusu olup olmadığını sorunca da: «Evet, gölge etme, başka ihsan istemem» karşılığını vermişti.



  Felsefenin Yararı Nedir?


Felsefenin Yararı veya gerekliliği onun toplumsal-kültürel işlevi ve felsefenin tarihsel gelişimi ile ilgili olarak birkaç şey söylemek gerekir. Mongolfier kardeşler icat etmiş oldukları balonla ilk uçuşlarını yapmak istedikleri sırada gösteriyi izlemek için meydanda toplanan seyirciler arasından biri yanında bulunan tonton tavırlı, yaşlı, saygıdeğer bir baya dönerek biraz saf bir tavırla şu soruyu sorar: "İyi de bu ne işe yarıyor bayım?" Sözü edilen yaşlı bay - ki o sıralarda Fransa'yı ziyaret etmekte olan ünlü Amerikalı bilgin ve siyaset adamı Benjamin Franklin'dir - aynı ölçüde hoşgölürü bir şekilde gülümseyerek şu cevabı verir: "Yeni doğmuş bir bebek ne işe yarar bayım?"

Kanımızca bu cevap, felsefenin ve aslında daha genel olarak diğer temel kültürel etkinliklerin son tahlilde ne işe yaradıkları sorusuna verilebilecek en güzel ve en anlamlı cevaptır. Konuya bir işe yaramak açısından baktığımızda en çok işe yaradığı düşünülen bazı etkinliklerimizin bir işe yaramadığını da görebiliriz. Örneğin bilim bile çoğu kez bir işe yaramaz.

Felsefe; insanı insan yapan ve bir hiç olmaktan kurtaran araştırma ruhunun, anlamlandırma, yorumlama ve değerlendirme etkinliğinin, önemli sorular sorma ve onlara ciddi olarak cevaplar arama özelliğinin, erdemli olma ve mutlu yaşama talebinin, kısacası bilgeliğe ulaşma özleminin en hakiki ifadesidir.

Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Arslan - Felsefeye Giriş Kitabı


  Felsefi Bilgi Nedir?

Felsefi Bilgiyi belirtmek diğerlerinden zordur. Hatta felsefenin en önemli probleminin bizzat felsefenin kendisinin ne olduğu problemi olduğunu söylemek bile mümkündür. Felsefi bilgiyi veya felsefeyi anlamaya çalışırken yapılması gereken en doğru şey tarih boyunca kendilerine filozof denilen kişilerin yaptıkları işin kendisine bakmak olacaktır. Böyle bir bakış açısından konuya bakıldığında ise filozofların farklı zamanlarda, farklı kültürlerde, farklı amaçlar ve farklı işlevlere farklı somut felsefeler ürettikleri görülmektedir. Bununla birlikte bu farklı zamanlarda yaşayan ve farklı amaçlarla farklı felsefeler üreten insanların yaptıkları işin kendisinde bazı ortak özellikler olduğu da gözlemlenmektedir.

Kant felsefeyi "kendisini akla dayanan nedenlerle meşru veya haklı çıkarmak iddiasında bir zihinsel etkinlik biçimi" olarak tanımlamıştır. Kanaatimizce bu tavır felsefeyi felsefe yapan ve bütün felsefi düşünme örneklerinde ortak olan bir noktayı gayet güzel bir biçimde ortaya koymaktadır. Burada "akla dayanan nedenler"den insanın her türlü deneyini, gözlemini, bunlara dayalı her türlü akıl yürütmesini ve sezgisini içine alan geniş bir nedenler grubunu anlamak gerekir. "Haklı çıkarmak veya meşrulaştırmak" iddiasından ise "herhangi bir önermeyi, bu önermeyi ileri sürmeyi mümkün kılan kanıt, temel veya gerçeklerle ortaya koyma"yı anlamak gerekir.

Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Arslan - Felsefeye Giriş Kitabı



  Felsefi Düşünce Akımları

» Analitik Felsefe 

» Akademia 

» Bilgi Felsefesi 

» Din Felsefesi 

» Deneycilik 

» Devlet Felsefesi 

» Doğa Felsefesi 

» Eleştirel Felsefe 

» Entüisyonizm 

» Fatalizm 

» Frankfurt Okulu

» Feminizm 

» Fenomenoloji 

» Hıristiyanlık Felsefesi

» İdealizm 

» İslâm Felsefesi

» Kuşkuculuk 

» Kyrene Okulu

» Kynikler Okulu

» Liberalizm 

» Mantıkçı Pozitivizm 

» Marksizm 

» Materyalizm 

» Nihilizm 

» Nietzschecilik 

» Olguculuk 

» Orta Stoa Okulu

» Pragmatizm 

» Pisagorculuk 

» Post Yapısalcılık 

» Rasyonalizm 

» Realizm 

» Sezgicilik 

» Sosyalizm 

» Spor Felsefesi 

» Tarih Felsefesi 

» Stoalılar

» Stoa Okulu ve Epikürcüler

» Septikler

» Siyaset Felsefesi 

» Sofistler

» Skolastik Felsefe

» Varoluşçuluk 

» Yapısalcılık 

» Hermeneutik
Share on facebook



  Filozoflar

» Abicht

» Adelhard

» Adler

» Adorno

» Anaksagoras

» Anaksimandros

» Anaksimenes

» Arkesilaos

» Aristoteles

» Archimedes

» Anselmus

» Aleksandros

» Ainesidemos

» Aquinas

» Agrippa

» Antisthenes

» Aristippos

» Aristoksenos

» Athenagoras

» Bacon

» Benjamin

» Beattie

» Bentham

» Bergson

» Bolzano

» Bonstetten

» Bodin

» Beauvoir

» Camus

» Clemens

» Cerinthe

» Cicero

» Copernicus

» Conring

» Cesalpino

» Deleuze

» Danto

» Diderot

» Demokritos

» Dupuis

» Durant

» Derrida

» Descartes

» Dewey

» Dühring

» Darwin

» Diogenes

» Elealı Zenon

» Eriugena

» Empedokles

» El Kindî

» Epictetus 
» Epikuros

» Euclides

» Einstein

» Farabi

» Fabricius

» Fhavorinus

» Firmin

» Foucault

» Frege

» Fichte

» Gabriel 

» Gadamer

» Gorgias 

» Gouattari 

» Gramsci

» Geulincx

» Hume

» Harttman

» Holbach

» Hegel 

» Hayek

» Heidegger 

» Herakleitos

» Husserl

» Homeros

» Hipokrat 

» Irigaray

» İbn-i Sina

» Jacobus 

» Jamblichos

» James

» Kant 

» Karpokrates

» Karneades 

» Kierkegaard 

» Leibniz

» Locke 

» Lukianos

» La Mettrie

» Lyotard

» Malebranche

» Machiavelli

» Menippos

» Magnus

» Mill 

» Marx

» Montesquieu

» Maimuni

» Mendel

» Nietzsche 

» Nermi

» Numenios

» Newton

» Origenes

» Ponty

» Pythagoras

» Panaitios

» Popper

» Poseidonios

» Paracelsus

» Protagoras

» Proteus

» Parmenides 

» Platon 

» Plotinos 

» Politzer

» Pascal

» Porree

» Paulus

» Proklos

» Philon

» Rawls

» Rousseau

» Rusell

» Roscelinus

» El Razi

» Schelling

» Straton

» Scotus

» Smith

» Speusippos

» Simon

» Schiller

» Schopenhauer

» Seneca 

» Sokrates 

» Spinoza

» Sartre

» Scheler

» Thales

» Theopheras

» Tertullian

» Thrasyllos

» Timon

» Thukydides

» Hesiod

» Archytas

» Thomas

» Voltaire

» Vesalius

» Zenon 

» William

» Wittgenstein 

» Xenophanes



  Filozoflardan



"Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir."
Karl JASPERS

"Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir."
SOKRATES

"Doğruyu bulma yolunda, düşünsel (İdealist) bir çalışmadır."
PLATON

"İlkeler ya da ilk nedenler bilimidir felsefe."
ARİSTOTELES

"Mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistemdir."
EPİKUROS

"Felsefe tanrıyı bilmektir ve gerçek felsefeyle, gerçek din özdeştir."
AUGUSTİNUS 

"İnanılanı anlamaya çalışmaktır."
ANSELMUS

"İnanılanın inanılmaya değer olup olmadığını araştırmaktır."
ABAELARDUS

"Tanrıdır konusu, tanrının tanıtlanmasıdır."
A. THOMAS 

"Eleştiridir."
CAMPENELLA

"Deney ve gözleme dayanan bilimsel veriler üzerinde düşünmektir."
F. BACON

"Felsefe yapmak doğru düşünmektir."
T. HOBBES

"Felsefe bir bilimdir ve geometrik yöntemi metafiziğe uygulamak gerekir, felsefeyi kesin bir bilim yapmak için."
DESCARTES

"Felsefe, genelleştirilmiş bir matematiktir."
SPİNOZA

"Gerçekte doğru olanı algılamaktır. Felsefe göklerden yere inerek, beş duyuyla kavranan konularla ilgilenmelidir."
LEİBNİZ

"Bütün düşüncelerimizin duyumlarımızla, gerçek alemden geldiğini tanıtlamaktır."
LOCKE

"Felsefe duyumların bilgisidir."
CONDİLLAC

"İnsan zihninin mahiyetini incelemektir."
HUME
Share on facebook

 

UNESCO’nun Kuruluş Günü 16 Kasım


Unesco'nun Kuruluşu
Unesco'nun Kuruluş Günü
16 Kasım Unesco'nun Kuruluş Günü
Unesco'nun Kuruluş Günü 16 Kasım UNESCO, 4 Kasım 1946 tarihinde 44 ülke tarafından Londra’da yapılan bir toplantı sonrasında kurulmuştur. Merkezi Paris’te olan UNESCO’nun amacı; eğitim, bilim ve kültür alanında çalışmalar yaparak barışın ve güvenliğin korunmasına, insan hak ve özgürlüklerine katkıda bulunmak olarak açıklanmaktadır.
Birleşmiş Milletler’in bir uzmanlık örgütü olan UNESCO da 2. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası, emperyalist sömürü sisteminin yeniden yapılandırılması sürecinde doğmuştur. BM’nin uzmanlık örgütü olduğu için, BM’ye üye olan bütün ülkeler UNESCO’nun da doğal üyeleridir.
UNICEF’in dünya halklarına “iyilik” yapan bir konumda görünmesi, ne Birleşmiş Milletler’in ne de emperyalizmin niteliğinin değişmiş olmasındandır. Emperyalizm Birleşmiş Milletler aracılığıyla bir yandan yakıp, yıkıp, katlederken diğer yandan da bu gibi kurumları aracılığıyla “yardım”, “dayanışma”, “barış tohumları serpme” oyununu sürdürmektedir.
UNESCO’nun yapısı üç ana organdan oluşur Bunlar
Genel Kurul
Genel Kurul UNESCO’nun en yüksek karar organı ve tüm üye devletlerin temsilcileri aracılığıyla kendilerini ifade ettikleri yerdir UNESCO’nun uygulayacağı politika, program ve bütçesi burada belirlenir
Yönetim Kurulu
Genel Kurul tarafından belirlenen 45 üye ülkeden oluşur Yönetim Kurulu, hazırlanan programların uygulanmasından sorumludur Yılda en az iki kere toplanır
Sekreterlik
Paris’te bulunan sekreterlik, bir genel müdür başkanlığında 3500 görevliden oluşur Bu görevlilerin büyük bölümü merkezden uzakta yürütülen projelerin uygulamasında görevlidir Sekreterlik, Yönetim Kurulu’nun önerisi üzerine Genel Kurul tarafından 6 yıl için belirlenen Genel Müdür tarafından yönetilir

 

Afet Eğitimi Hazırlık Günü 12 Kasım




AFET EĞİTİMİ HAZIRLIK GÜNÜ

EĞİTİM VE TOPLUM BİLİNCİ
• Eğitim, uygarlıkların vazgeçilmez gereksinimidir.
Eğitimin amacı, insan ve toplum yaşamını kolaylaştırmak, güzelleştirmek, zenginleştirmek, iyileştirmek, kişiyi ve toplumu mutlu kılmaktır. Eğitim
bilgi, akıl, zekâ, kültür, zevk, etik gibi değerlere
dayanan ve kişinin doğuşundan başlayıp hayatının sonuna kadar devam eden bir süreçtir.
• Eğitimde atılan her bir adım, toplumun duyarlılık
bilincini, yaratıcılığını, akılcı düşünme gücünü,
doğal yeteneklerini ve becerilerini geliştirmek
için gereken gücü artırmaktadır.
Depremin yol açacağı zararları azaltmak için;
• Üretim kalitesinde yüksek bir standart sağlamak,
denetim mekanizmalarını etkili işletmek gerekir.
Dolayısıyla devlete, yerel yönetimlere, meslek
odalarına, sivil toplum kuruluşlarına, mimar,
mühendislere ve medyaya çok büyük sorumluluk düşmektedir.
• Yukarıda sayılan bütün unsurları denetleyecek,
standartları yüksek tutmaya zorlayacak olanlar; bilgili, bilinçli ve sorumlu bireyler olmalıdır.
Yurttaşlar sadece tüketici değildir. Deprem kayıplarından bireyler de doğrudan doğruya sorumludur.
Sonuç olarak,
• Depremden korunmanın ilk ve tek yolu, bilgili,
bilinçli, sorumlu yurttaşlar yetiştirmektir. Bütün
bunların başarılabilmesi için de afet eğitimine
okul öncesinden başlanmalıdır.
• Çağdaş eğitimin gereği olan düşünme, araştırma,
irdeleme ve tartışma yeteneklerini geliştirmek
için eğitim programlarında yeniden düzenleme
yapılması zorunludur.
• Geçmişte yaşanan can ve mal kayıplarına yol
açan büyük depremlerden ders alınarak öncelikle
deprem olmadan yapılması gereken çalışmaların
tamamlanması halinde deprem zararlarının en
aza indirilmesi büyük ölçüde eğitim çalışmalarına verilecek ağırlıkla mümkün olacaktır.
Birey ve toplumun deprem konusunda eğitilip
bilinçlendirilmesi öncelikle örgün eğitim sistemi
tarafından gerçekleştirilmeli, aynı zamanda yaygın
eğitim yoluyla örgün eğitim dışında kalan geniş
halk kitlesinin eğitimine önem verilmelidir.
Bilinmelidir ki;
İnsanlarımız deprem sırasında kendilerine öğretilenlerin tümünü özümsese bile yıkılan bir binadan kurtulma şansları çok düşüktür. Bu nedenle
Türkiye’deki tüm binaların sağlamlık envanterleri
çıkarılarak deprem sırasında yıkılması olası binaların nasıl güçlendirileceği konusunda toplumun
bilgilendirilmesi gerekir.
Ülkemizde,
• Gerek kent merkezleri, gerekse kırsal alanlarda
bulunan ve kültürel mirasımızı oluşturan tescilli
veya tescilsiz sivil mimarlık örneklerinin, anıtsal
ve antik yapıların, arkeolojik alanların, özgün
kentsel dokuların korunması ve gelecek nesillere
aktarılması, kültürel mirasımızın sürdürülebilirliğinin ve yaşanılabilirliğinin sağlanması adına önem
taşımaktadır
• Deprem sonrası hasar tespiti, önlem ve uygulamalara yönelik yapılan işlemlerin, deprem öncesinde mevcut yapı stokunun envanter çalışmaları
sırasında ele alınarak, güçlendirme gerektiren
yapılar için; sağlamlaştırma, bütünleme, yenileme, yıkılacak durumundaki yapılar için, yeniden
inşa etme önerilerinin getirilerek yapısal dayanımın artırılması ve kullanıcıların eğitilerek bilinçlendirilmesi ve bu konuda uzman mühendislerin
yetiştirilmesi, çok çeşitli uygarlıklara ev sahipliği
yapmış olan ülkemizdeki zengin kültürel mirasın
korunarak yaşatılmasına katkı sağlayacaktır.
Deprem Konusunda,
1. Çok disiplinli araştırmaların kurumsallaştırılması
için yöntemler geliştirilmeli, ulusal araştırma
programı çerçevesinde iki yılda bir ulusal sempozyum yapılmalı, genç araştırmacılara burslar,
başarılı araştırmalar için ödül programları geliştirilmelidir.
2. Kamu yöneticileri için afet yönetimi konusunda,
risk belirleme, zarar azaltma, müdahale ve iyileştirme gibi konuları kapsayan bir eğitim programı
gereklidir. Kamu kuruluşlarının gereken önlemleri
alması ve tüm personelin eğitimli olması açık bir
sorumluluktur. Bu programda afet yönetiminde
halk katılımının önemi ve gerekliliğine yer verilmelidir
3. Üniversitelerimizde jeoloji, jeofizik, inşaat mühendisliği, mimarlık, kent planlaması v.b. meslek
öğretimi yürüten bölümlerde günümüzde uygulanan öğretim programlarında deprem konularına yeterli önemin verilmesi gerekmektedir.
DEPREM VE MEDYA
Medya toplumun deprem konusunda bilinçlendirilmesinde, depremin yol açtığı kayıp ve zararlarda
da kendini sorumlu hissetmelidir.
• Resmi kurumlar ve medya arasında daha önceden kurulmuş sıkı koordinasyonla, doğru ve
güvenilir bilgi akışı sağlanarak, yanlış ve abartılı
bilgi akışı önlenmeli, böylece toplumun aldığı bilginin doğruluğuna güveni sağlanmalıdır
• Deprem konusunda, eğitsel, psikolojik ve bilimsel olarak konunun uzmanlarınca hazırlanmış
materyalin, topluma aktarılmasında yayın organlarının kullanılması ve bunun gelişigüzel değil, bir
plan dahilinde ve süreklilik arz edecek şekilde
yapılması gerekmektedir.
• Bilgiye en hızlı ulaşacak ve medyaya sürekli
olarak ilk elden bilgi aktaracak yetkili bir birim
oluşturulmalıdır. Bu birim yetkin ve tarafsız kişilerden oluşmalıdır.
ÖRGÜN VE YAYGIN EĞİTİM
Doğal afetlerin etkisini azaltmak, kayıpları en aza
indirmek toplumun her ferdinin ve her kesimin
bilinçli ve etkin katılımı ile olacaktır. Deprem konusunda halkın bilinçlendirilmesi, eğitimin tüm öğelerinin seferber edilmesiyle mümkündür.
Afet Eğitimi;
• Örgün Eğitim Sistemi
• Yaygın Eğitim Sistemi
• Hizmet İçi Eğitim
• Meslek İçi Eğitim
• Halk Eğitimi
Örgün Eğitim Sistemi İçinde Afet Eğitimi
• Okul Öncesi Afet Eğitimi
• İlk Öğretim
• Orta Öğretim
Yaygın Eğitim Sistemi İçinde Afet Eğitimi
Halk eğitiminin nasıl ve nerede yapılacağı, hangi
metot ve yolla kimin tarafından verileceği, ilgili
kurum ve kuruluşlarca kararlaştırılıp plan ve programlar hazırlanmalıdır. Bu kuruluşlar;
• Milli Eğitim Bakanlığı,
• Görsel ve yazılı kitle iletişim kuruluşları,
• Sivil toplum örgütleridir.
Kalfalık, Ustalık ve Taşeronluk Temiz Belgesi
• İşverenlerce yaptırılan iş tarif edilerek yapılan
anlaşmalara uygun olarak işin fen ve sanat kurallarına, ahlaki değerlere uygun olarak tamamlandığı ve çalışmalar sırasında verilen işi zamanında
tamamlandığını belirten belgedir.


TMH - TÜRKYYE MÜHENDYSLYK HABERLERY SAYI 433 - 2004/539                                     Sayfa Başı

Depremden ve Depremden  Korunma Yolları

KİŞİSEL VE AİLE HAZIRLIKLARI
BİNA GÜVENLİĞİ VE EV HAZIRLIĞI
TOPLUM HAZIRLIĞI
DEPREM SONRASINDA YAPACAKLARINIZ
ÇOCUKLARIN BİR DEPREM FELAKETİYLE BAŞA ÇIKMALARINA NASIL YARDIM EDEBİLİRSİNİZ ?
DOĞAL AFET SONRASI ORTAYA ÇIKABİLECEK PSİKOLOJİK SORUNLAR
DEPREMİN PSİKOLOJİK ETKİLERİ İLE NASIL BAŞA ÇIKILIR ?

KİŞİSEL VE AİLE HAZIRLIKLARI
Aileniz için bir deprem anında nasıl hareket edeceğinizi düşünün ve kendinize göre planlama yapın. Bu amaçla; Evinizin her odasındaki güvenilir yerleri belirleyin.
Evin tehlikeli noktalarını bilin, (pencereler, aynalar, asılı eşyalar, şömineler ve yüksek mobilya)
Pratik egzersizler yapın. Çocuklarınızla evin içerisindeki güvenilir noktalara yerleşin.
Bölgenizdeki Kızılay, Sivil Savunma veya diğer toplum kuruluşlarından ilkyardım kurallarını öğrenin.
Birbirinizden ayrı olmanız halinde ailenizin nerede buluşacağını belirleyin; Bu yerler herkesin bildiği yakın çevreden olsun. Örneğin; Komşunun veya size yakın oturan akrabaların evi, mahallenizdeki okul ve camilerin avluları ile parklar.... gibi.
Belirlemiş olduğunuz bu yerlerde buluşmanız mümkün olmayabilir çünkü bu yerler de depremden zarar görmüş olabilirler. Bu sebeple oturduğunuz şehirden en az 100 km. uzakta yaşayan bir akrabanızı haberleşme aracı olarak seçin.
Yukarıdaki bilgileri içeren kartlardan hazırlayın. "AİLEYLE TEKRAR BİR ARAYA GELME" kısmındaki boşlukları doldurun ve tüm aile bireyleri için çoğaltın. Evde herkese cüzdanlarında, çantalarında veya ceplerinde taşımaları için verin. Bu isim ve telefon numaralarını daima yanınızda taşıyın. Tüm aile üyelerinin, depremden sonra en kısa sürede, önceden belirlemiş olduğunuz bu kişiye haber vermelerini söyleyin. Ve sizde aynı şekilde bu kişiye nerede ve nasıl olduğunuzu söyleyin. Eğer tüm aile üyeleri seçmiş olduğunuz kişiye haber verebilirse, birkaç gün bir araya gelemezseniz dahi, birbirinizin nerede ve nasıl olduğundan haberdar olabilirsiniz. Birbirinizden haberdar olabilmek kaygı ve stresinizi oldukça azaltacaktır.
Aracı kişiler dışında ihtiyacınız olabileceğini düşünerek bazı önemli telefon numaralarını saklamanızda fayda vardır. Bu telefon numaralarını ACİL TELEFON NUMARALARI çizelgesine kaydediniz.
Bir deprem sırasında aileniz için yaşamsal önem taşıyan belgeleri kaybetmemek için önlem almak gerekir. Senetler, vasiyet, vergi kayıtları, doğum belgeleri, nüfus kağıtları ve diğer yaşamsal önem taşıyan belgeleri ateşten etkilenmeyecek bir yerde saklayın. Bu belgeleri emanet kasada saklayabilirsiniz, yada su geçirmeyen bir poşetle afet çantasına koyabilirsiniz.
Bu belgelerin arasına bir de ÖNEMLİ AİLEVİ BİLGİLER çizelgelerini doldurarak saklarsanız yararlı olacaktır.
Aile bireyleri için; bilek veya boyunda taşınabilen madeni künyeler (Adı, soyadı, doğum yeri, doğum tarihi, dini ve kan grubu) hazırlayın.
Aileniz için taşınabilir bir ilkyardım çantası hazırlayın ve ulaşılabilir bir yerde hazır bekletin
                                                                                                                              Sayfa Başı

BİNA GÜVENLİĞİ VE EV HAZIRLIĞI
Evlerinizi yetkililerin size verdiği kurallar doğrultusunda inşa edin. İmar planında konuta ayrılmış yerler dışındaki alanlara evlerinizi inşa etmeyin. Evlerinizi deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılıp yapılmadığını araştırın.
Evlerinize izinsiz kat inşa etmeyin ve balkon eklemeleri yapmayın veya yaptırmayın. Bu ilave kat bir deprem sırasında evinizin tamamen yıkılmasına sebep olabilecektir.
Oturduğunuz binanın güvenliğinden emin değilseniz ve bilgi almak isterseniz şehrinizdeki Mühendisler ve Mimarlar odasından bu konuda yardım ve bilgi alabilirsiniz.
Hatların zarar görmemesi halinde, gaz, su ve elektriğin nasıl kapatılacağını öğrenin.
Evinizdeki bütün odaların en güvenli yerlerini önceden belirleyin. Bu yerler arasında: İki duvarın birleştiği köşe, sağlam bir masanın altı veya yanı, kaloriferlerin veya buzdolaplarının yanı, çekyat veya kanepelerin yanı olabilir. Deprem anında panik yaşayabilir ve doğru düşünemeyebilirsiniz. Böyle bir durumda önceden nerelere saklanabileceğiniz belirlemeniz, bunu ailedeki herkese öğretmeniz ve zaman zaman denemeniz faydalı olacaktır. Ayrıca her odanın en güvenli kısımlarını EK-E’deki DEPREM GÜVENLİK PLANI formatında boş bırakılan yerleri not edip keserek herkesin görebileceği yere yapıştırın.
Evinizde hasar görebilecek ve/veya verebilecek eşyaları planın uygun yerine not edin.
Acil durumlar için yiyecek, su, ilaç, ilkyardım çantası, alet ve giyecek bulundurun.
Büyük bir deprem eşyalarınıza önemli zarar verebilir. Aslında, deprem zararlarının üçte birinin bina ile ilgili olmayıp, içindeki eşyalardan ve aletlerden kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Bu mobilyalar, ev aletleri ve diğer eşyaları kapsar.
     a   Ağır Eşyaları ve Su Tanklarını Sabitleme ;
Kitaplık, vitrin ve raflı üniteler gibi yüksek, bir yere bağlı bulunmayan eşyaları “L” dirsekler, köşe dirsekleri yada alüminyum kornişler kullanarak duvar çivileriyle duvara veya döşemeye sabitleyin.
İçindeki eşyaların kayıp düşmesini önlemek için dolap kapaklarına tahta yada metalden bir sürgü takın. Bu özellikle, pek çok cam eşyanın bulunduğu durumlarda son derece önemlidir.
Ağır ve/veya eşyaları alt raflara yerleştirin.
Su kazanını altından ve üstünden sağlam bir zincir veya bantla sarın. Bu bantları duvardaki çivilere sıkıca bağlayın. Yakıt borusu biraz esnek kalsın.
    b    Eşyaları Raf Üstlerine Sabitleme ;
Televizyon, müzik seki, bilgisayar ve mikrodalga fırın gibi raf üzerindeki eşyaları depremlere eşlik eden ileri geri hareketlere karşı korunmak için sabitleyin. Bu eşyaları ve hatta vazo gibi kırılabilecek diğer hassa eşyaları da çift taraflı bantlarla kullanarak bulundukları mobilyanın üzerine yapıştırıp sabitleyebilirsiniz.
      c    Ayna ve Tabloları Sabitleme ;
Depremler duvardaki ağır tabloları ve aynaları aşağıya indirir. Eğer bunlar üzerinize düşerse ciddi şekilde yaralanabilirsiniz. Bu nedenle, ağır çerçevesi olan tüm tabloları ve aynaları yataklardan, koltuklardan ve sandalyelerden uzak bir yere koyun.
Bu tür eşyaları alt ve üst kısımlarına vidalar yerleştirerek yada bunları bir telle bağlayarak sabitleyebilirsiniz.
Çift tarafı yapışkan bantlar tabloları, aynaları, duvar saatleri ve benzeri eşyaları duvara sabitlemek için de kullanabilirsiniz.
     d    Asılı Duran Eşyaları Sabitleme ;
Asılı duran tüm eşyaların yerini dikkatlice kontrol edin. Bunların, bir deprem sırasındaki şiddetli sarsıntıda pencerelere çarpacak kadar yakın olup olmadığına kara verin. Eğer bu kadar yakınlarsa, onların yerini değiştirin.
Evinizde tavandan asılı olan avize ve saksılar varsa onların sarsıntı sırasında yere düşmeyeceğinden emin olun. Eğer bu avize ve saksılar tavanda ucu açık bir kancaya asılılarsa saksı kancadan kurtulup düşebilir. Bunu engellemek için saksının asılı durduğu kancanın diğer ucunun da tavana girmesini sağlayın yada kancanın ucu kalmayacak şekilde tel bağlayın.
      e    Mutfak ve Banyo Dolaplarını Sabitleme ;
Mutfak ve banyo dolap kapakları yer hareketi ile birlikte genellikle kendiliğinden açılır ve içindekilerin hepsi yere düşer. Sürgü takmak dolapların içindekileri yerinde tutmaya yardım eder.
Acil durumlar için yiyecek, su, ilaç, ilkyardım çantası, alet ve giyecek bulundurun.
Aileniz için bir deprem anında nasıl hareket edeceğinizi düşünün ve kendinize göre planlama yapın. Bu amaçla; Evinizin her odasındaki güvenilir yerleri belirleyin.
Evin tehlikeli noktalarını bilin, (pencereler, aynalar, asılı eşyalar, şömineler ve yüksek mobilya)
Pratik egzersizler yapın. Çocuklarınızla evin içerisindeki güvenilir noktalara yerleşin.
Bölgenizdeki Kızılay, Sivil Savunma veya diğer toplum kuruluşlarından ilkyardım kurallarını öğrenin.
Birbirinizden ayrı olmanız halinde ailenizin nerede buluşacağını belirleyin; Bu yerler herkesin bildiği yakın çevreden olsun. Örneğin; Komşunun veya size yakın oturan akrabaların evi, mahallenizdeki okul ve camilerin avluları ile parklar.... gibi.
Belirlemiş olduğunuz bu yerlerde buluşmanız mümkün olmayabilir çünkü bu yerler de depremden zarar görmüş olabilirler. Bu sebeple oturduğunuz şehirden en az 100 km. uzakta yaşayan bir akrabanızı haberleşme aracı olarak seçin.
Yukarıdaki bilgileri içeren  kartlardan hazırlayın. "AİLEYLE TEKRAR BİR ARAYA GELME" kısmındaki boşlukları doldurun ve tüm aile bireyleri için çoğaltın. Evde herkese cüzdanlarında, çantalarında veya ceplerinde taşımaları için verin. Bu isim ve telefon numaralarını daima yanınızda taşıyın. Tüm aile üyelerinin, depremden sonra en kısa sürede, önceden belirlemiş olduğunuz bu kişiye haber vermelerini söyleyin. Ve sizde aynı şekilde bu kişiye nerede ve nasıl olduğunuzu söyleyin. Eğer tüm aile üyeleri seçmiş olduğunuz kişiye haber verebilirse, birkaç gün bir araya gelemezseniz dahi, birbirinizin nerede ve nasıl olduğundan haberdar olabilirsiniz. Birbirinizden haberdar olabilmek kaygı ve stresinizi oldukça azaltacaktır.
Aracı kişiler dışında ihtiyacınız olabileceğini düşünerek bazı önemli telefon numaralarını saklamanızda fayda vardır. Bu telefon numaralarını  ACİL TELEFON NUMARALARI çizelgesine kaydediniz.
Bir deprem sırasında aileniz için yaşamsal önem taşıyan belgeleri kaybetmemek için önlem almak gerekir. Senetler, vasiyet, vergi kayıtları, doğum belgeleri, nüfus kağıtları ve diğer yaşamsal önem taşıyan belgeleri ateşten etkilenmeyecek bir yerde saklayın. Bu belgeleri emanet kasada saklayabilirsiniz, yada su geçirmeyen bir poşetle afet çantasına koyabilirsiniz.
Bu belgelerin arasına bir de ÖNEMLİ AİLEVİ BİLGİLER çizelgelerini doldurarak saklarsanız yararlı olacaktır.
Aile bireyleri için; bilek veya boyunda taşınabilen madeni künyeler (Adı, soyadı, doğum yeri, doğum tarihi, dini ve kan grubu) hazırlayın.
Aileniz için taşınabilir bir ilkyardım çantası hazırlayın ve ulaşılabilir bir yerde hazır bekletin
Sayfa Başı

TOPLUM HAZIRLIĞI
 
Bölgenizde bulunan Sivil Savunma ve diğer toplum kuruluşları tarafından düzenlenecek depreme hazırlık seminer, konferans, kurs gibi eğitim faaliyetlerine, ilkyardım, yangın söndürme, zarar değerlendirme ile arama ve kurtarma eğitimlerine katılın.
Araç, teçhizat, materyal listeleri ve paylaşılabilecek özel beceri ve kaynaklara sahip olan bölge sakinlerinin yer aldığı listeler hazırlayın ve yakın komşular arasında kendi kendine yardım ağları geliştirin.
Özel ihtiyaçları olan veya özel yardıma gereksinimleri olacak olan komşularınızı belirleyin.
Depremden sonra can kaybı olmadığını anlamak için beyaz bir bez (çarşaf) asılması için komşularla anlaşın ve arama kurtarma çalışmalarının beyaz işaret bezi asılı olmayan yerlerden başlamasını sağlayın.

HALK TARAFINDAN HAZIRLANACAK İLKYARDIM ÇANTASI
Acil durum sonrasında ilkyardım çantaları önemlidir. Ayrıca günlük yaşamdaki yaralanmalar için de çok kullanışlı olabilir. Evde ve arabanızda bulunması gereken ilkyardım çantasının yararlı olabilmesi için ulaşılabilir bir yerde ve hazır olması gerekir. Yılda iki kez tüm ilkyardım malzemelerinizi kontrol ederek değiştiriniz.
Bir ilkyardım çantasında bulunması gerekenler ;
(a) İLAÇLAR
Oksijenli su ve Tentürdiyot
Antibiyotik merhem
Aspirin veya ağrı kesiciler
İshal ilacı
Göz damlası
Soğuk algınlığı/öksürük ilacı
Haşere ilacı
Kulak ve burun damlası
Deri için dezenfektan (mikrop öldürücü) ilaç (püskürtme)
Reçete ile satılan ilaçlardan yedek (Aile fertlerinin kullanmak zorunda olduğu)
Kullananlar için yedek numaralı gözlük
Vitamin
Bir kalıp sabun
Hijyenik kadın bağı
(b) TIBBİ MALZEMELER
Yara bandı
Kauçuktan yapılmış ameliyat eldiveni
Ameliyat maskesi
Tekli sargı
Kelebek sargı
Gazlı bez
İlaç sürmeye veya yara temizlemeye yarayan pamuk parçaları
Yapışkan bant
Sterilize sargı bezi
Kırıklar için malzeme
Eşyaları dezenfekte etmek için %10 çamaşır suyu içeren şişe (püskürtmeli)
Termometre
İlkyardım el kitabı
(c) YİYECEKLER
Kurutulmuş besinler, Konserve et/balık, Konserve sebzeler, Meyve suları, Hazır çorbalar, Şeker, Tatlı-tuzlu bisküviler, Kuru üzüm-incir, Kuruyemişler saklamak için uygundur. Bu besinler her zaman evinizin karanlık, rutubetsiz bir köşesinde saklanabilir.
Pişirilmesine gerek olmayan hazır besinler tercih edilmelidir.
Depolanan besinler her an kullanılma hazır, taze olmalıdır.
Depolanan besinler sağlam bir kutuda evdeki gaz, gibi zehirli olabilecek maddelerden uzak, farelerin veya böceklerin erişemeyecekleri yerlerde saklanmalıdır.
Yiyeceklerin yanında evde her zaman fazladan bir iki paket peçete, kağıt bardak-tabak ve plastik çatal, kaşık, şişe/konserve açacağı bulundurmakta da fayda vardır.
Evde her zaman haftalık ihtiyacımızdan fazla su bulundurmaya çalışın. Deprem sonrası temiz su ihtiyacımızın bir süre karşılamak için kullanabilirsiniz.

5. HALK TARAFINDAN HAZIRLANACAK MALZEME VE TEÇHİZAT ÇANTASI
Deprem için malzeme hazırlarken, bu malzemelere deprem evinizi alt üst ettikten sonra ulaşmanız gerektiğini unutmayın. Söz konusu malzemeleri koymak için düşen eşyalar altında kalma şansı az olan, kolay bulunur bir yer seçin. Yeriniz darsa, büyük bir çöp bidonu mükemmel bir saklama yeri olabilir. Apartmanda yaşıyorsanız, malzemeleri sakladığınız kabı güzel bir masa örtüsüyle kapatabilirsiniz. Deprem malzeme ve teçhizat çantasında bulunması gerekenler :
İş eldiveni
Balta/tokmak
Kürek (yassı başlı ve sivri uçlu)
Süpürge
Çekiç ve çivi
Tornavida
Kriko
Plastik kaplama rulosu
İp bobini
Tel bobin
Çadır (aile)
Katranlı muşamba, bez (PVC veya çadır bezi, en ,az 2 mt. Olacak)
Uyku tulumu, battaniye
Tülbent bezi (sudaki pislikleri süzmek için)
Bir miktar para
Kurutulmuş yiyecek
Su
Giysi
Yürüyüş ayakkabısı ve çorap, bölgenin yol haritası
Yangın söndürme aleti
Düdük
Pusula
Su geçirmeyen bir kapta, el feneri ve piller veya kimyasal ışık çubuğu, kibrit, küçük radyo (taşınabilir pilli)
Eğlence paketi-aile resimleri, not defterleri, kitap gibi malzemeler.
 SIHHİ MALZEMELER
Plastik torba-çöp bidonuna uygun dayanıklı torba ile daha küçük boyutlarda fermuarlı torba.
Toz halinde klor kireci (oksitleyici ve aşındırıcı olduğu için uygun bir şekilde saklanmalıdır)
Tuvalet kağıdı
Susuz temizlik için hazır, nemli temizlik peçeteleri
Tuvalet malzemeleri-havlu-şampuan-diş fırçası ve macunu,deodorant
Böcek, sinek, sivrisinek ve karınca için ilaç  

Çift tarafı yapışkan bantlar tabloları, aynaları, duvar saatleri ve benzeri eşyaları duvara sabitlemek için de kullanabilirsiniz.
Sayfa Başı


DEPREM SONRASINDA YAPACAKLARINIZ
 
     Paniğe kapılmamaya çalışın. Bir iki dakika durarak sakinleşmeye çalışın.
Yakın çevrenizde tehlikeli bir durum olup olmadığını kontrol edin. Kırılmış camlar, ortalığa dökülmüş kimyasal bir madde, yerinden oynadığı için düşme tehlikesi olan eşyalar olup olmadığına bakın.
Ayaklarınızı, ellerinizi ve kafanızı koruyun. Sağlam, sert ayakkabılar, deri eldiven ve varsa sert bir kask giyin. Yüzünüze toz için bir maske veya maske yerine geçebilecek bir şeyle ağzınızı ve burnunuzu kapatın.
Eğer karanlıktaysanız fener kullanın. Bir gaz sızıntısı olmadığından emin olana kadar kibrit kullanmayın ve ışıkları yakmayın.
Çevrenizdekilerin yaralanıp yaralanmadığını kontrol edin. İhtiyacı olanlara yardım etmeye çalışın. Kesinlikle gerekmiyorsa ağır yaralı olanları hareket ettirmeyin.
      Yangın kontrolü yapın. Küçük çaplı yangınları söndürmeye çalışabilirsiniz. Bunun için;
Isıyı soğutarak yok etmeye çalışın. (Su veya yangın söndürücü ile)
Ateşin havayla temasını kesebilirsiniz.
Yangına sebep olan yakıtı kesin.
Yangın söndürücüleri alevlerin üst kısmına değil, her zaman ateşin alt kısmına doğru tutun.
Büyük çaplı yangınları söndürmeye çalışmayın. Derhal uzaklaşın.
 Şayet yangının sebebi bir yağ ise ASLA su kullanmayın. Bu yangınları yangın söndürücülerle yada üstüne bir şeyler kapatarak söndürebilirsiniz.
Tüpleri, elektriği, suyu ve varsa doğalgazı kontrol edin. Gerekliyse hepsine ana vanadan kapatın. Evdeki tüm aletleri kapatıp fişten çekmeyi unutmayın.
Yerlere düşmüş tellerden kesinlikle uzak durun ve bunlara temas eden eşyalara dokunmayın.
Şayet piknik tüpü gibi bir aleti kullanacaksanız bunu açık bir alanda yapın. Gaz sızıntısı ihtimali olan yerlerde tüp kullanmak yangına sebep olabilir.
Ayrıntıları dinlemek için pilli bir radyo kullanın.
Evinizi terk ederken kimlik ve kıymetli eşyalarınızı, kalın giyecek ve battaniye gibi koruyucu eşyaların bulunduğu çantaları yanınıza alın.
Ailenize, sevdiklerinize ulaşmak için arabaya atlayıp yollara çıkmayın, trafiğin tıkanması ambulans, itfaiye ve yardım arabalarının zamanında ihtiyacı olanlara ulaşmasını engelleyecektir.
Çok acil durumlar dışında telefonu kullanmayın.
Sadece uzmanların ve resmi kaynakların açıklama ve uyarılarına uyun. Kulaktan kulağa yayılan söylentilere itibar etmeyin. Çünkü bu gibi durumlarda hırsızlar, yağmacılar gibi kötü niyetli insanlar evler boşalsın diye yanlış deprem alarmı verebilirler.
Deprem sonrası çadırlarınızı yetkililerin gösterdikleri yerlere kurun. Çadırlar açık alanlara kurulmalı ve geçiş yollarını kapamamalıdır. Çadırları evinizin yakınına kurmakta ısrarcı davranmayın.
Size yardıma gelen görevlileri gerçekten gereksinim duymadıkça meşgul etmeyin. Sizler gibi herkes panik halinde ve zor durumda olabilir. Görevlileri gereksiz yere meşgul etmenin yardım hizmetlerinin aksamasına sebep olacaktır.
Depremden sonra kendinizi ve ailenizin güvenliğinden emin olduktan sonra çevrenize de yardımcı olmak elinizde.  Büyük depremlerin ardından kurtarma çalışmaları için mümkün olduğunca fazla insana gerensinim duyulacaktır. Eğer sağlığınız yerinde ise sizde bu çalışmalara katkıda bulunabilirsiniz. Ancak bu konuda yeterli ve bilgili değilseniz yardımlarınız tehlike yaratabilir. Böyle bir durumda görevlileri meşgul ederek engellememek yapabileceğiniz en büyük yardımdır.
 Unutmayın; Kendi hayatınızı tehlikeye atarak kahraman olmaya çalışmayın, fiziksel kapasitenizin üzerinde bir şeye kalkışırsanız ölebilirsiniz ya da size yardıma gelmeye çalışanların hayatlarını tehlikeye sokabilirsiniz. Bazen yardım için beklemek sabır ve cesaret gerektirir

Sayfa Başı


ÇOCUKLARIN BİR DEPREM FELAKETİYLE BAŞA ÇIKMALARINA NASIL YARDIM EDEBİLİRSİNİZ ?
 
Bir deprem felaketinin ardından, bazı çocuklarda aşağıdaki belirtiler ortaya çıkabilir:

Depremin tekrarlanacağından, yada depremi hatırlatacak bazı işaretlerden (oturduğu koltuğun, yatağın sallanması, uyku sırasındaki gürültü v.b.) aşırı korkma,
Çok kolay ve sık biçimde sinirlenme, ağlama ve sızlama,
Saldırganlık, yaramazlık yapma, kendini bir işe verememe,
Okulda ve evde daha önce hiç yapmadığı davranışları yapma,
Daha fazla hareketli olma, yerinde duramama, dikkatini belli bir konuya yoğunlaştırmada güçlük çekme,
Felakete ilişkin sürekli korkular yaşama (örneğin, anne ve babadan artık tamamen ayrılmak zorunda kalacağından korkma)
Yalnız başına yatmaktan korkma, anne-babası yada bir başka büyükle yatmak isteme, uykuda kabuslar görme ve çığlık atma, yatak ıslatma,
Yalnız kalmaktan, yanındakilerin uzaklaşmasından korkma, anne ve babanın peşinde dolanma, okula yada kreşe gitmekten korkma, tuvalette yalnız bırakılmaktan korkma,
Daha küçük yaşlarda davrandıkları gibi davranma, parmak emme, altını ıslatma, biberondan beslenmeyi isteme, sürekli kucakta tutulmayı isteme,
 Doktor tarafından sebebi bulunamayan mide bulantısı, karın ağrıları, kusma, baş ağrısı, baş dönmesi, beslenme ve uyku düzensizlikleri gibi şikayetleri gösterme,
Sessizleşip içine kapanma, yaşadıkları üzerinde konuşmaktan kaçınma,
Sürekli bu konu üzerinde konuşmayı isteme (özellikle daha büyük çocuklar) yada oyunlarında ve masallarında deprem felaketine ilişkin konuları işleme,
Bu deprem felaketinin, kendisinin daha önceden yapmış olduğu bir “kabahat” yüzünden olduğunu düşünüp, suçluluk duyma,
Bazı çocuklarda, yaşadıkları sıkıntıya ilişkin olarak dıştan fark edilecek herhangi bir belirti gözlenmeyebilir. Bazılarında ise bu sıkıntılarının ilk işaretleri, haftaları yada aylar sonra ortaya çıkabilir.
       Çocuklarına bu konuda yardım etmek için, anne-babaları yada yakınlarındaki büyükleri neler yapabilirler ?

 Çocukları, olaylarla ilgili olarak bilgilendirmenin büyük yararı vardır; onlara duygusal açıdan destek vermek, aile ve akrabaların felaket sonrası yaraları sarma çalışmalarında rol almalarını sağlamak, aile ve akrabaların bir arada oldukları duygusunu yaşamalarına da katkıda bulunur. Bu zorlukları birlikte aşabilmek, deprem felaketinden çok sonraları bile sürebilecek ve aile bireylerini güçlendirecek bir “birlik beraberlik” duygusu yaşatacaktır.
 Çocuklarınızı rahatlatmak ve onlara güven vermek için zaman ayırın. Bir felaketle başa çıkmaya çalışırken, yetişkin bir insanın dikkati kolayca başka konulara kayabilir. Deprem sırasında yada sonrasındaki acil durumlar içindeyken çocuğunuzu rahatlatmak için vakit ayıramayacağınızı düşünebilirsiniz. Ama bir dakikalık bile olsa, içten, şefkat dolu bir sarılma, sürekli onun yanında olduğunuza dair güven verici, sıcak bir iki söz, çocuklarınızın kendilerini güvende hissedebilmeleri için yeterli olacaktır.
 Durumla ilgili olarak bir şey saklamadan, onun anlayabileceği düzeyde basit sözcüklerle, dürüst olarak bilgi verin. Ailenize neler olduğunu çocuklarınıza açıklayın. Onların anlayacağı basit sözcükler kullanın. Dürüst olun. Örneğin okul öncesi bir çocuk için, “Ayşe deprem oldu ve evimiz yıkıldı. Bir süre onun içinde oturmayacağız. Teyzenlere gideceğiz” gibi bir açıklama yeterli olabilir. Yaşadığınız bu ciddi durumu, olduğundan daha hafif bir şekilde aktarmaya çalışmayın. Ancak varolanı da abartmayın, çocuğu doğrudan ilgilendirecek, hayatını doğrudan etkileyecek konular üzerinde bilgilendirin.
Çocuğun başına gelen felaketi anlamasına yardımcı olun. Çocuklar anlamadıkları şeylerden korkarlar. Çocuğa depremin ne olduğunu, nasıl olduğunu, nasıl çok ender olarak ortaya çıkan, ama doğanın ayrılmaz bir parçası olduğunu anlatın. Çocuklar, bu felaketin kendi yaptıkları herhangi bir “kabahat”la ilişkili olmadığını, kendi suçlarının olmadığını mutlaka anlamlı, söz konusu bu felaketin kendilerine verilen bir “ceza” olmadığını çok iyi öğrenmelidir.
Çocuğa ailesinin, aile sisteminin (akrabalar, yakınlar) yada yakın çevrenin korunması içinde olduğu konusunda güvence verin. Onlara şu tür cümlelerle yaklaşabilirsiniz. “Evet canım, deprem tehlikeli bir şey. Başımızdan çok üzücü olaylar geçti. Ama bizler şimdi güvencedeyiz. Bu konu ile ilgili kişiler bize mutlaka yardım edeceklerdir.”
Olanaklar ölçüsünde, gündelik alışkanlıklarınızı sürdürmeye çalışın. Kendi olanaklarınız içinde, eğer yapabiliyorsanız, deprem öncesindeki alışkanlıklarınızı sürdürmeye, yada yeni koşullar altında gerçekleştirdiğiniz faaliyetlerinizi, olabildiğince eskilerine benzetmeye çalışarak yapmaya çalışın (yemek saatleri, çocuğunuzu yatırdığınızda masal anlatmak, öğle yemeği sonrası uykuları, v.b.). Daha büyük çocukların, kendi oyun türleri, oyun zamanları, mümkün olduğunca değiştirilmeden sürdürülmeye çalışılmalıdır. Deprem gibi bir kriz, yaşanılan yeri değiştirme durumunda kalmaya ve alışılmış gündelik faaliyetlerde kesintilere yol açtığından, kendi başına ciddi stres yaratabilir. Bu tür sarsıcı zamanlarda az da olsa bazı alışkanlıkları sürdürmeye çalışmanın, çocuklara belirli bir düzeyde kontrol duygusu yaşatabilmede katkısı olacaktır.
Bu olaylardan sonra, kendinizin de neler hissettiğini çocuklarınızla paylaşın; başınıza gelenlere nasıl olumlu bir şekilde yaklaşmaya çalıştığınızı anlatın. Örneğin şöyle bir şey söyleyebilirsiniz: “Evden ayrılmak zorunda kaldığımız için bende çok üzgünüm, ağlamamın nedeni bu. Gel bana bir sarıl. Çok iyi gelecek” Çocukların da arada sırada bir şeyler yapmasına izin verin ve onun kendisini aile sisteminin bir parçası olarak hissetmesinin, “bir arada olma” duygusunu yaşaması açısından büyük yararı vardır.
Çocuklarınızın duygularını ve yaşadığı sıkıntıyı anladığınızı ve hepsini kabul ettiğinizi belirten sözcükler kullanın. Örneğin şuna benzer bir şeyler söyleyebilirsiniz:
"Ahmetçiğim, ağlamanın hiçbir sakıncası yok. Kendini rahat bırak. Halanlarda rahat edeceğiz.” Çocuğunuza, “sakin ol; korkma; üzülme” gibi sözlerle neler hissetmesi gerektiğini söyleyin. Sadece hissettiklerini dinlemeye hazır olduğunuzu, yaşadığı duyguların hepsinin çok normal olduğunu söyleyin.
Çocuğunuzun yaşına uygun olarak, gündelik yaşantınız içinde yapıcı bir şeyler yapabilmesini sağlayacak işler verin. Çocuğunuzu, ailenin yaşadığı felaketten sonraki “yaraları sarma” faaliyetleri içine sokarsanız, onun kontrol duygusu yaşamasını ve katkıda bulunabildiğini düşünmesini sağlarsınız. Eğer yapabiliyorsa, sofrayı hazırlamasına, ekmekleri yerleştirmesine, su taşınmasına, v.b. işlere yardımcı olmasına izi verin. Onları güvenli bir şekilde meşgul etmeye çalışın. Aileye bu şekilde yardım edişinden duyduğunuz memnuniyeti belirtin. Bununla beraber, bu sorumlulukların onu, ihtiyacı olan “arkadaş oyunları”ndan çok fazla uzak tutmasına da engel olun.
 Cesaret, sabır, kararlılık, yardımlaşma, problemleri çözmeye çalışma ve başa çıkma konusunda çabalama gibi davranışlarınızla, çocuklarınıza örnek olmaya çalışın. Çocuklarınızın dikkatini, benzer felaketi yaşamış diğer ailelere ve onlara yardımcı olmaya çalışan diğer insanlara çekmeye çalışın. “Ellerinden geleni yapıyorlar Ayşeciğim. Bak dün bütün gece karşı evdekileri kurtarmaya çalıştılar. Komşularımızda aynı şekilde uğraşıyorlar.Bu işi atlatmak için hep birlikte çalışmalıyız.” Şeklinde bir şeyler söyleyebilirsiniz. Yaşadıklarınızla başa çıkmak için neler yaptığınızı ona söyleyin. “Kendimi kötü hissettiğimde birlikte yaşadığımız güzel günleri düşünüyorum ve kendime zamanla her şeyin yeniden düzeleceğini hatırlatıyorum. Benim işime yarıyor. Bir denemek ister misin ? Belki seninde işine yarar.”
 Kendinizi rahatlatmak ve sakinleştirmek için kendinize zaman ayırın. Kriz ortamından uzaklaşmak için kendinize çok kısa bir ara verin. Örneğin birkaç dakika yürüyün. Zihninizi sakinleştirmeye çalışın. Eğer siz sağlam olursanız ailenize daha çok yardım edebilirsiniz.

Sayfa Başı

DOĞAL AFET SONRASI ORTAYA ÇIKABİLECEK PSİKOLOJİK SORUNLAR
  İlk günlerde karşılaşılabilecek stres tepkileri :
       Duygusal tepkiler : Geçici şok, korku, öfke, suçluluk, utanç, çaresizlik ve umutsuzluk hisleri yada duygusal donukluk hali (hiçbir duyguyu yaşamama)
       Zihinsel tepkiler : Akıl karışıklığı, içinde bulunulan günü-saati-yeri bilememe, kararsızlık, kuruntu, dikkat azalması, dikkati bir konuya vermede güçlük, hafıza kaybı, istenmeyen anıların hatırlanması, kendini suçlama.
       Fiziksel tepkiler : Gerilim, yorgunluk, uyuma güçlüğü, bedensel ağrı ve acılar, kalp atışlarında hızlanma, bulantı, iştah artması yada azalması, ani irkilmeler, tedirginlik, cinsel istek azalması.
       Sosyal tepkiler : İş, okul, arkadaşlık ve evlilik yaşamında yada ana-baba olarak yaşanan sorunlar; huzursuzluk, güvensizlik, insanlardan uzaklaşma, kendini reddedilmiş yada terk edilmiş gibi hissetme, yakınlık duymama, aşırı yargılayıcı olma, çatışma her şeyi kontrol altında tutma isteği.
       Doğal afet yaşamış bir çok insan yukarıda özetlenen bu stres tepkileriyle karşılaşırlar ve kısa bir süre sonra bunlardan büyük ölçüde kurtulup daha da güçlenebilirler. Ancak bazılarında travma sonrası stres bozukluğu, kaygı bozuklukları ve depresyon belirtileri ortaya çıkabilir. Bu belirtiler de şöylece özetlenebilir:
Kendini bir rüyadaymış, bedeninin dışındaymış veya gerçek değilmiş gibi hissetme; bazı anıları hatırlayamama hali,
Rahatsız edici anılardan kaçınmak için alkol kullanımı gibi aşırı davranışlar,
Aşırı duygusal boşluk hissi; tam bir boşluktaymış gibi hiçbir duyguyu hissetmeme,
Aşırı uyarılmışlık hisleri; panik atakları, öfke patlamaları, aşırı huzursuzluk yoğun duygu yüklenmesi,
Aşırı kaygı; kişiyi adeta hareketsiz bırakan endişe hali, aşırı çaresizlik hissetme, saplantı düşüncelere dalma yada takıntılı ve tekrarlayıcı hareketler,
Aşırı depresyon (ruhsal çökkünlük) hali; umutsuzluk, öz saygı, istek ve yaşam amaçlarının kaybı.
Doğal afet yaşamış kişilerin bazılarında görülebilecek bu belirtilerin yoğunlaşmasına yol açabilecek bazı etkiler şunlardır.
Yaşamı tehdit eden bir tehlike veya fiziki zarar (özellikle çocuklarda),
Ölümle burun buruna gelme, bedensel yaralanma, cesetleri görme,
Aşırı yıkıcı ve saldırganlık içeren olayların içinde kalma,
Evini, değer verdiği eşyalarını, komşularını yada ait olduğu grubu kaybetme,
Yakın ilişkide olduğu insanlarla haberleşmeyi veya onların desteklerini kaybetme,
Yoğun duygusal tepkilerle karşılaşma (özellikle kurtarma ekip görevlilerinde),
Tehlike, kayıp, duygusal ve fiziksel baskıya uzun süre maruz kalma,
Aşırı yorgunluk, açlık yada uykusuzluk yaşama,
Zehirleyici maddelere (gaz gibi) maruz kalma,
      DOĞAL AFET STRESİNİN ETKİLERİNDEN KURTULMAK İÇİN ALINACAK ÖNLEMLER
       KORUN : Kendine barınabileceğin bir yer bul. Yiyecek-içecek sağla, sağlıklı bir ortam oluşturmaya çalış. Zaman zaman kendinle baş başa kalabileceğin, sessizce oturup, kısa süreli de olsa rahatlamaya ve uyumaya çalışabileceğin bir yerin olmalı.
       HAREKETE GEÇ : Öz saygını, amaçlarını umut hissini yeniden kazanmana yardımcı olmak için sana ve ailene ait özel eşyalarından kurtarabildiklerini koruma altına al.
       TEMAS KUR : Ailenle, arkadaşlarınla iletişim sağlamaya çalış; dinleyen kimi bulursan yaşadıklarını anlat; ulaşabiliyorsan uzmanlara baş vurup onlara anlat.
       EN YAKIN YARDIM KURUMLARINA BAŞVUR : Temel acil yardımlar, temizlik, sağlık ve konut gereksinimlerin için en yakın ulaşabileceğin yardım kuruluşuna başvur ve yardım iste.
Afet sonrasında yaşadığın her gün için :
Kendin ve ailen için o gün yapılacak en önemli şeyin ne olduğunu belirle.
Tüm dikkatini kendinin ve yakınlarının yaşamakta olduklarına odakla, durumu gözden geçirip yeniden değerlendir; böylece neyin önemli neyin önemsiz olduğunu kesin olarak belirleyebilirsiniz.
Yaşadıklarının senin için ne anlama geldiğini anlamaya çalış ki, yaşama tekrar sıkıca sarılabilesin ve hatta

Sayfa Başı

DEPREMİN PSİKOLOJİK ETKİLERİ İLE NASIL BAŞA ÇIKILIR ?


Ulusça büyük bir felaket yaşadık; bu tür olaylardan hemen sonra insanlar tipik olarak şok tepkisi içine girerler.
İlk şoktan sonra herkes aynı tepkileri göstermez. Aşağıda belirtilenler böyle bir felaket durumuna karşı insanların gösterdikleri normal tepkilerdir;
Kendinizi eskiye kıyasla daha sinirli hissedebilirsiniz. Bazı duygularda çok fazla ve ani iniş-çıkışlar olur. Endişeli, sinirli yada karamsar olabilirsiniz.
Düşünce ve davranışlarınız olayın etkisi altındadır. Olayla ilgili anılarınızı tekrar tekrar anlatmak ihtiyacı duyarsınız.         Yaşadıklarınız gözünüzün önünden gitmez, her an tekrar deprem olacakmış gibi hisseder, korku duyabilirsiniz. Dikkatinizi yaptığınız işe vermekte ya da karar vermekte zorlanırsınız. Kafanız kolayca karışabilir. Hafızanızda problemler olabilir. Olan bitenlere inanmakta güçlük çekebilirsiniz. Uykunuz, yeme düzeniniz ve iştahınız bozulabilir. Merak etmeyin ! Ancak güçlü kalmak, yakınlarınıza ve çevrenize yardımcı olabilmek için elinizden geldiğince iyi beslenmeye ve dinlenmeye çalışın.
 Başından yıkıcı olay geçmiş diğer kişilerle sürekli olarak konuşma ihtiyacı duyabilirsiniz. Ama zaman zaman da içinize kapanıp hiç konuşmadan düşünme ihtiyacı duyabilirsiniz. Bunlar normaldir. Başka insanlarla sık sık konuşmanızın, duygularınızı paylaşmanızın size yararı olacaktır.
Yoğun stresten ötürü vücudunuzda bazı belirtiler ortaya çıkabilir; örneğin baş ağrıları, bulantı ve göğüs ağrıları olabilir ve bir tedavi gerektirebilir. Daha önce sürekli tedavi gerektiren tıbbi bir rahatsızlığınız varsa, şiddeti artabilir. Bu durumda tıbbi yardıma başvurunuz.
      Şu noktayı anlamak önemlidir;
    Aynı olaya herkes aynı tepkiyi gösteremez. Bazı insanlar hemen tepki gösterirler, bazılarının tepkisi aylar, hatta yıllar sonra, gecikmeli olarak ortaya çıkabilir. Bazılarının yaşadığı rahatsızlık verici tepkiler uzun zaman sürer, diğerleri ise çok çabuk eski hallerine döner.
Tepkiler zaman içinde de değişir. Bazıları olayın yaşandığı sırada çok enerjiktirler ve sanki bu enerji sayesinde, olayla daha kolay baş ederler, ama hemen sonra umutsuzluk ve karamsarlık yaşarlar.
      Kendinize ve ailenize nasıl yardımcı olabilirsiniz ?
    Duygusal olarak yeniden eskisi gibi sağlıklı bir duruma gelebilmeniz ve yaşamınızın kontrolünü yeniden ele geçirebilmeniz için yapabileceğiniz çeşitli şeyler vardır:
Bu dönem, kuşkusuz yaşamınızın zor bir dönemidir. Toparlanmak ve kendinize gelmek için zaman tanıyın. Kayıplarınız için yas tutmanız en doğal hakkınızdır. Duygularınızda iniş çıkışlar olması normaldir.
 Bu olayı yaşayan herkes sizin hissettiklerinizi hissetmektedir, onlarla dayanışma içinde olun, duygularınızı paylaşın.
Alkol ve uyuşturucu ilaçlardan uzak durun.
Kendinizi oyalayın. Bu oyalama çabaları, başkalarına yardımcı olmak, şu anda olabildiğince hayatınızı düzene koymaya çalışmak yada çocuklarınızla daha yakından ilgilenmek biçiminde olabilir.
Duygusal olarak yakın gelecekte neler yapabileceğinizi öğrenmeye çalışın, bilgi edinin veya sağlık kuruluşlarının deprem için oluşturulmuş özel birimlere başvurun.
      Çocuklar için neler yapmalı ?
    Bir depremden sonra yaşanan korku ve kaygı, özellikle çocuklar için çok zorlayıcıdır. Bazı çocuklar, daha küçük yaşlarda yaptıkları gibi, parmak emme, altını ıslatma gibi davranışlara geri dönebilirler. Kabuslar görebilir, yalnız yatmaktan korkabilirler. Okul başarıları etkilenebilir. Ayrıca daha sık öfkelenebilir yada içlerine kapanıp, yalnız kalmak isteyebilirler.
 Bu çocuklar için yapılabilecek bazı şeyler aşağıda sıralanmaktadır:
Onlarla daha fazla zaman geçirin. Olaydan hemen sonraki günlerde çocuğunuz sizden ayrılmak istemeyebilir. Sık sık elinizi tutmak, kucağınıza oturmak, boynunuza sarılmak isteyebilir. Her fırsatta kendisiyle ilgilenmenizi bekleyebilir. Bunlara göz yumun, anlayışlı davranın Onlara dokunun, sarılın. Bu tür fiziksel temas çocuklar için çok yararlıdır.
Gerginliklerini azaltmak için onlara oyun imkanları tanıyın. Resmi kurumların açtığı çocuk merkezlerine gönderin. Buradaki oyun ve resim yapma faaliyetlerine katılmaya teşvik edin. Küçük çocuklar resim yaparak olayla ilgili gerginliklerinden kurtulabilir. Yaşadıklarını resme dökmeleri onlar için yararlıdır.
Dokuz yaşından daha büyük çocuklarınızın sizinle ayrıntılı konuşmalarına izin verin, duygu ve düşüncelerini ifade etmeleri için onları destekleyin, yüreklendirin. Bu sayede felaketle ilgili olarak kafalarındaki sorulara cevaplar bulabilirler ve korkuları azalır. Sordukları soruları onların anlayabileceği biçimde cevaplamaya çalışın. Sık sık onları sevdiğinizi, korkularını ve kaygılarını anladığınızı gösterin. Yemek yemek, oynamak, uyumak gibi faaliyetleri mümkün olduğunca belli saatlerde yapmalarını sağlamaya çalışın. Bu sayede çocuklarınıza hayatın normal normale dönmekte olduğu duygusunu verebilirsiniz.
      Unutmayın ! Yalnız Değilsiniz : Daha sonraki haftalarda ve aylarda da psikolojik sorunlarınız için size yardım edecek profesyonel insanlar ve kurumlar mevcuttur. Depremden sonra çok normal olan gerginlik ve stres haliniz çok uzun süre devam ederse mutlaka sağlık kuruluşlarına başvurunuz   KAYNAK:İSTANBUL VALİLİĞİ

 
 
Copyright © 2011 bilgi deponuz